eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji
Ünal Özmen
ozmenu@gmail.com
Din eğitimi nerede verilmeli?
17/04/2012
Din eğitimi nerede verilmeli? 

Ali Bulaç, okuduğum bir yazar değil. Sıradan fikirlerini sosyolojik kavramlarla etkili bir söyleme çevirebildiğini fark edince takılıp kaldığım birkaç tv tartışmasına kulak kabarttığım olmuştur. Her defasında, bildiğimiz geleneksel Müslüman tarzını aşan bir üslupla başladığı konuşmasının kısa sürede dağılıp sıradanlaştığına tanık oldum. Bu yazıya konu olan makalelerinde de öyle; bildiği bütün kavramları ilk birkaç paragrafta kullanıp fikir yazısı çıkarayım derken ardından vaaz vermeye başlıyor. Yine de modern siyaset kavramlarını yerli yerinde kullanabiliyor olması ona entelektüellerle boy ölçüşebilecek bir figür izlenimi veriyor. Bu becerisi onu, siyasal İslamcıların itibar ettiği, onları etkileyen biri haline getiriyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı etkileyen birkaç kişiden biri olduğunu söylemişti bir arkadaşım; doğrudur. (Fakat Ali Bulaç’ta gördüğüm Allah korkusunu Başbakanda göremiyorum. Sanırım Erdoğan bu konuda etkiye açık değil.)

AKP’nin kesintili eğitim yasasına Cemaat çevresi ne diyor diye izlerken Ali Bulaç’ın birkaç yazısı ilgimi çekmişti. Yasa teklifini pek heyecan verici bulmadığını anladığımız “Bir Reform Daha” başlıklı yazısında (Zaman, 5 Mart)  Bulaç, Hüseyin Çelik “reform”larını sorguluyordu. O dönemi yer yer benimle aynı ifadelerle eleştirdiğini görünce merakımı engelleyemedim; bu konuyla ilgili yazılarını geriye dönüp okudum: Ali Bulaç, sonraki yazılarında da 4+4 yasa teklifine açık bir destek vermiyordu. İtiraz da etmiyordu. Konuyu kendi çapında kavramsal düzeyde tartışmayı deneyip okulun rolünü sorguluyordu. Bulaç, modern ve dini eğitim kurumlarının tarihi hakkında ansiklopedik bilgiler verdikten sonra okulun ortaya çıkışı, din eğitimi veren kurumların ulus devletler tarafından tasfiyesi, modern okulların bilimle ilişkisi, müfredatlar ve başarısızlıklarına dokunuyordu.

Ali Bulaç, “Okul bizi niye eğitiyor?” (17 Mart) ve “İki modelin mukayesesi” başlıklı yazılarında, geleneksel ve modern eğitimi tartışmamıza fırsat sağlıyor. Açıkça belirtmese de o da benim gibi din eğitiminin okul dışında verilmesinden yana. Bulaç dini bilimden, ben bilimi dinden sakındığımız için bu konuda aynı noktada buluşuyoruz. Ayrıca ilginç tespitleri de var, birinci yazısında şöyle şeyler söylüyor:

 "Modern eğitim" hiyerarşik, "geleneksel öğretim" dairevidir (dairesel). Modern eğitimin mekânı (okul) resmi, geleneksel öğretimin kurumları (medrese, tekke, zaviye, mahalle hocaları, mescitlerde sütun dipleri vs.) sivildir.Okulun devlete ait veya özel olması onun mahiyetteki resmi karakterini değiştirmez. Okul dikey yol takip ederek eğitir, bilgiyi üstten empoze eder, geleneksel öğretim ise bilgiyi dairevi tarzda sohbet halkasında müzakereyle aktarır. Okul, cumhuriyetin (modernitenin) öngördüğü yeni insan tipini "eğiterek yaratma"yı hedefler, geleneksel öğretim, insandaki manevi-entelektüel potansiyelleri ve ahlaki normları aktif hale getirmeyi amaçlar.Geleneksel öğretimin modeli Hz. Peygamber (s.a.v)'in sohbet meclisidir.

Bu alıntılara bakarak Bulaç’ın en azından din eğitiminin modern okulların dışında yapılması gerektiğini savunduğunu söyleyebiliriz. Arzum bu fikrini Başbakana aktarması ve onu ikna ederek modern eğitim kurumlarını AKP’nin gasefetinden kurtarmasıdır. Tabi, (bana düşmez ama) dini de. Fakat Erdoğan’ın bu konudan ehilleştirilmiş müfredatla din eğitiminin okullarda verilmesini savunan liberallerin etkisinde kaldığı görülüyor. Atilla Yayla’nın, Mehmet Altan’ın “Okullarda din dersi olmaz”ına “Din eğitimi liberallik ve Mehmet Altan” başlığı ile sert bir karşılık vermesi liberallerin alana hâkimiyetini gösteriyor. Neyse, Bulaç’la başladık onunla bitirelim:

Dikkat ederseniz Bulaç, okullardan söz ederken eğitim, sıra dini eğitim kurumlarına geldiğinde öğretim kavramlarını kullanıyor. Nedenini başka bir yazısında açıklıyor ama orası önemli değil, önemli olan geleneksel dediği dini modelin insanın davranışını değiştirmeye kalkışmadığına (eğitmek), ona birtakım bilgileri verdiğine içtenlikle inanmış olmasıdır. Recmin, alenen idamın ahaliyi eğitmek olduğuna inanmıyor; Peygamberin Tanrı buyruğunu sahabelere tebliğ etmesini, aynı şeylerin (ayetler) binlerce yıl süreyle değişmez yöntemle din devleti (feodal) tarafından alternatifsiz eğitim müfredatı olarak kullanılmasını da sivil buluyor. Geleneksel eğitimi/öğretimi Peygamberle (doğal olarak İslam’la) başlatıp yüzlerce yıl önce bu yöntemi kullanmış olan kiliseleri, manastırları, havraları; Budha, Platon, Sokrates vd. okulları görmezden gelmesi ise bilgisizlik değil, bilmeyenlere İslamı yüceltme sayabiliriz.  

Özetlemek gerekirse din eğitiminin okulların dışına çıkartılması sadece bazı laiklerin arzu ettiği bir şey değil, bazı geleneksel dindarların da arzusu.  

 Darbe karşıtlığı yükseldikçe özgürlüklerinizi kaybediyorsunuz. Niçin?

Darbe araçları ordunun elinden alınıyor; bir daha darbe yapamasın diye siyasetçiler üzerinde baskı kurmalarına yarayan yasalarda yeni düzenlemelere gidiliyor. MGK’da sivil üyelerin ağırlığının artırılması, geriye dönük darbe girişimlerinin soruşturma konusu yapılması, darbeye niyetlenmek bir yana eğilimi olduğundan şüphelenenlerin kovuşturmaya tabi tutulması, Meclis Araştırma Komisyonu kurulması vesaire… Başbakan, bütün bunları bir daha darbe yaşanmasın diye yaptıklarını söylüyor; inanıyorum. Benzer gelişmelere Mısır’da, Tunus’ta, Pakistan’da, Yemen’de, Suriye’de de rastlıyoruz.

Peki, merak etmiyor musunuz, bir gün kapitalizm yönetme krizine girerse kitleleri kontrol altına almak, sistemi tamir etmek için hangi araçları kullanacak diye...

Kapitalizm, krizini aşmak için faşizmi seçenek olmaktan çıkarmadı fakat orduyu faşizmin ilk elde kullanılan aracı olarak kullanmaktan vazgeçti. Faşizmi, bir gece yarısı cemse ile gelen eli silahlı asker sananlar için şaşırtıcı olacak ama din, okullar ve sivil toplum örgütleri ordunun yerini alalı çok oldu.

28 Şubat, bunu kavrayan askerin, yerini başkasına devretmek istemeyen bir çıkışıydı. Postmodern darbe hiç değildi. Çünkü ordu o dönemde henüz post olmamıştı ki darbesi de postmodern olsun. Postmodern darbe, sivildir ve tasarruf hakkı neoliberalizme aittir.

Askeri darbe karşıtlığı yükseldikçe özgürlüklerinizi, işinizi, güvencelerinizi kaybetmeniz yeterli kanıt değil mi?   


2868 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Ortaçağ'dan günümüze sınavlar - 15/05/2020
Galileo mu Sokrates mi?(!) - 01/05/2020
“Tabula rasa” - 24/04/2020
Eğitimi Wi-Fi’ye bağlamak - 17/04/2020
Okulun ihmal ettiği beceriler - 11/04/2020
İnanmak kötü bir şeydir! - 11/04/2020
Çocuklara felaketlerle mücadele eğitimi veriliyor mu? - 13/03/2020
"Başarısız" öğrenciler sınıfta kalsın mı geçsin mi? - 28/02/2020
Ağa'nın Adaleti - 23/02/2020
 Devamı