eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji

66 Eğitime devrimci dokunuş Ünal Özmen

Eğitime devrimci dokunuş

Ünal Özmen

“Komünistler, toplumun eğitime müdahalesini icat etmediler; ama bu müdahalenin karakterini değiştirmeye ve eğitimi egemen sınıfın etkisinden kurtarmaya çalışıyorlar.”[1]

 

Gündelik sorunlara takılı kalmak, sorunları diğer sorun alanlarıyla ilişkilendirmenin önündeki engel oluyor ve bu durum sorunun çözümünden ziyade, toplumu onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaya zorluyor. Türkiye tam da bu noktada; toplumun büyük bir kısmı, tek başına ele alarak basitleştirdiği sorunları olanakları ölçüsünde çözebileceğini düşünüyor. Hâlbuki sabahtan akşama, dünden bugünü tartıştığımız hiçbir sorun günün meselesi değil. Büyük ya da küçük bir sorun günler, aylar, yıllar boyu tekrar ediyorsa gündelik mesele olmaktan çıkmış artık devrimci müdahale gerektiriyor demektir. Uzun süredir enerjimizi tüketircesine eğitim etiketiyle tartıştığımız sorunlar da çoktan gündelik olmaktan çıkmış, devrimin meselesine dönüşmüştür. 

Yoksulların internet ve teknolojisine erişememesinin eğitimdeki eşitsizliği daha da görünür kıldığına kuşku yok. Ne var ki eğitim krizi internete, tablete veya başka bir  araca indirgenerek ele alınamayacak kadar büyük ve ciddi. Şu anda bütün dünya, sorunlarımızın çözümünde yol göstermesini beklediğimiz eğitimin alet-edavat, müştemilat sorununu çözmeye çalışıyor. Diyelim ki başarıldı, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azaltıldığında veya daha güncel bir talep olan her öğrencinin internete bağlı tablete erişimi sağlandığında eğitim amacını gerçekleştirecek, eşitlik sağlanacak mı sanıyorsunuz? Yok öyle bir şey! 

İnternet neden Mehmet'e erişemiyor, Meryem'in neden bilgisayarı yok? Dünya nüfusunun yüzde 8,9’u neden aç, 750 milyonu şiddetli olmakla birlikte 2 milyar insan neden gıda güvensizliği ile karşı karşıya ve 80 milyon insan neden mülteci durumuna düşmüşse Mehmet'le Meryem o nedenle internete bağlanamıyor, bilgisayara sahip olamıyor. 

Ülkeler 2019 yılı bütçelerinin 1,9 trilyon dolarını askeri harcamaya ayırdı (Bilgi teknolojisine yapılan küresel harcama 260 milyar dolar). Savaş, bütçedeki payı istikrarlı bir şekilde en çok artan kalem olmayı sürdürüyor. Öğrencisinin üçte biri bilgi teknolojisinden yoksun Türkiye, 2019 yılında olmayan parasının 20,4 milyarını savaş aracı alım ve üretimine harcadı. Savaşa ayrılan bütçe arttıkça barıştan uzaklaşılıyor. İşte Türkiye; yedi kara komşusunun beşiyle sıcak gerilim yaşıyor ve kendi halkıyla diyalog kuramıyor. Bütün bunlara akılsız politikacılar sebep oluyor deyip işin içinden çıkamayız. Akılcı seçenekleri kullanamama politikacıları savaşçıya dönüştürmede ne kadar geçerli bir nedense, siyasetin savaş araçlarıyla yürütülmesinde toplumun savaştan heyecanlanıyor olması bir o kadar teşvik edicidir. Üzücüdür ki toplumu politikacılara hazırlayan eğitim oluyor.

Öğrendiğimiz bilgilerin çoğaldığı, çeşitlendiği ve bilgiye erişim olanaklarının arttığı bir dönemde insanların mülteci/sığınmacı durumuna düşmesi; kültürel, dini ve siyasi ayrılıkların toplumsal barışı bozan gerilime neden olması; iklim ve çevre tahribatı, adaletsizlik, eşitsizlik, işsizlik, açlık gibi insani felaketlerin önlenememesi mevcut eğitimin tepeden tırnağa sorgulanmasını gerektirir. Eğitimin şu haliyle, tamamı insani olan dramların hiçbirisinin çözümüne katkıda bulunamayacağını kabullenip onu sorun çıkaran değil, sorun çözen yapıya kavuşturmalıyız. Bu, Türkiye gibi kişisel, ulusal ve uluslararası sorunlarının çözümünde şiddet dışı seçenekleri değerlendiremeyen, kültürel bagajı boş kişi ve topluluklar ülkesinde hayati bir zorunluluktur. Sonuçları yoksullar için daha yıkıcı olmakla birlikte kapitalizmi de sarsan pandemi döneminde bile kaynaklarını insanlığı ortak bir beladan kurtarmak yerine savaşa harcayan hastalıklı bir siyasi ve kültür ortamındayız. Kurumlarıyla, bilgi, deneyim ve insan kaynaklarıyla ‘Siz deli misiniz!’ diyebilecek toplumsal cesareti kazandırması gerekirken savaş ideolojisinin üretimine hizmet eden eğitimi, Marx ve Engels’in dediği gibi çocukları basit ticaret nesneleri ve iş araçları haline getiren egemen sınıfın etkisinden kurtarmak herkesin devrim ödevi olmalıdır.  

Neoliberal eğitim, dünyanın her yerinde bireye, bir avuç tüccarın ihtiyaç duyduğu işgücü bilgi ve becerisini kazandırırken insanı, kendisinin ve toplumun sorunlarının çözümünde kullanacağı becerilerden uzaklaştırıyor. Eğitimi buradan tartışmak, çözümü de bu perspektiften üretmek durumundayız. İnsanın politik statüsü yurttaşlıktır. Bir kişinin yurttaşlık statüsüne erişip erişemediği politik konularda aldığı pozisyondan anlaşılır. Yurttaşlık haklarına sahip çıkma, sorumluluklarını yerine getirme de o aşamada devreye girer. Eğitimin, özellikle de örgün eğitimin bu konuda üstüne düşen görev, bireyi ekonomi, siyaset, medya okuryazarı olan eleştirel yurttaşlara dönüştürmektir. Doğru karar vermesinde ve toplumsal mekanizmaların aktif katılımcısı olma yolunda eğitim, bireyi yurttaşlaştırarak güçlendirir. Her haliyle politik olan bu işlevi, eğitimin siyasetin içinde ele alınmasını gerektirir. Eğitimin neoliberalizmi ürküten tarafı bu ve o nedenle neoliberalizm, eğitimin, yurttaşlık bilinci kazandırma rolünü yerine getirmesini engellemek için bir dizi önlemler alır. Bunlardan en etkili olanı, zaten eğitimle iş olanaklarına referans sağlayacağını düşünürken sosyal yönünü ihmal eden öğrencilerin bilişsel kapasitelerini geliştirerek onlara siyasi bakışaçısı kazandıracak öğrenme alanlarını müfredat konusu olmaktan çıkarmaktır. Soyutlama ve akıl yürütmeyi sağlayacak sözel derslerin azaltılarak, öğretmen görevlendirilmeyerek, değerlendirme dışı tutularak, materyaller sağlanmayarak, istihdam alanı daraltılarak önemsizleştirilmesi, öğrencilerin eleştirel bilinç edinmelerinin önüne geçmek ve okulu diyalog kurulan mekanlar olmaktan çıkarmakla doğrudan ilgilidir. Yurttaşlık becerileri kazandırma rolü eğitimden alınırken amaç ve kazanımları soyutlama ve akıl yürütmeyi teşvik eden diyalogu geliştiren, kişiyi politik sonuçlara götüren edebiyat, sanat, felsefe, düşünme, mantık, estetik, spor, hukuk gibi sosyal konular yerini salt mühendislik (STEM) bilgisine bıraktı. 

Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematiği (STEM)[2] iktisadi büyümenin gerekli becerileri olarak öne çıkarıp toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde gerekli sosyal becerileri ihmal etmek, büyüklüğü toplumlar üzerindeki sarsıcı etkisinde görülen ve kronikleşen insani krizler karşısında eğitimin rolünü yerine getirmesini engellemektedir. STEM derslerini sosyal içeriklerden ayıklamak ve sosyal bilimleri fen bilimlerinden ayrı düşünmek (Çocukların erken yaşta sosyal bilimler lisesi, fen bilimleri lisesi, imam hatip ortaokulları ve liseleri gibi  müfredatı ayrı farklı okullarda toplanması, iktisadi gerekçelerle bireyin bütünlüğüne yapılan saldırıdır.), insanı duygusuz bedenden ibaret nesnel bir varlığa indirgemektir.

Gelecekte üretimin ve ticaretin hangi yönde gelişeceğini bugünün üretim ve ticaretinde kullanılan teknolojiye bakarak öngörü geliştirenler, geleceğin iş olanaklarını da tasarlayıp eğitimi de ona göre planlıyorlar. Fakat bu yüksek öngörü sahipleri, geleceğin toplumu hakkında hiçbir öngörüde bulunmadan siyasal-sosyal düzenin kurallarını geçmişte arıyorlar. Geçmişin toplumsal düzenini yaşatma çabaları düşüncesizliklerinden kaynaklanıyorsa, gelecekte insan, toplum ve doğa ilişkilerinin yönünü tayin etmede kullanılacak sosyal becerilerden mahrumlar demektir. Ki bu bize, onları da cehaletten kurtarma sorumluluğu yükler. Eğer muhafazakâr toplum mühendisleri öyle istediği için mevcut hatta daha geri bir toplum düzenine mahkum ediliyorsak (ki öyle) bu durum bir devrimci müdahaleyi gerektirir.  

Eğitimin devrimci fikirlerin serpilip gelişmesine aracılık eden rolünü yerine getirmesini beklemek yerine eğitime devrimci müdahalede bulunulması gerekiyor. Eğitim konusundaki kararlar ekonomik, siyasi ve dini güç odakları tarafından alınıp uygulanıyor. Onlarla başetmeden eğitimi laik, bilimsel ve demokratik yapıya kavuşturmanın yolu yok. Öyleyse eğitimi bütünden ayırmadan sistemin öbür ayaklarından biri olarak ele alıp tümünü birden değiştirecek siyasal bir çözüme yönelmek gerekir. Buna devrim, o yolda yürümeye de devrimcilik diyoruz.

Fabrikalar işçileri nasıl devrimcileştiriyorsa, aynı zamanda örgütlenme ve yaşam alanı olan okullar da öğrenci ve ebeveynlere devrimci fikirler kazandırabilir. İşçileri sanayi devriminin kötü çalışma ve yaşam koşulları devrimcileştirmişti. Liberal kapitalist üretim biçimi işçileri kentlerde, kentlerin gecekondu ve üretim havzalarında bir araya topladı. Devrim fikri bu birliktelik ortamında filizlendi. Neoliberal kapitalist üretim ve tüketim biçimi, işçilerin iş ve yaşam bölgelerini dağıttı. Fakat artık müstakil bir endüstri koluna dönüştürülen eğitim, iş için eğitilen çocukları ve ustabaşı öğretmenleri gittikçe büyüyen eğitim havzalarında topluyor. Okullar, kentin farklı semtlerinde hayatı benzer biçimde yaşayan çocukları ve ebeveynleri sınıfsal kökenlerine göre tasnif ediyor. Zengin okuluna fakir giremiyor, zengin fakirin okuluna girmiyor. Zengin okulları, zenginliğe zenginlik katmanın yollarını öğretirken yoksulun okulu, neden yoksul olduklarını sorgulamayı ihmal edemez, etmemeli. Yoksulları aynı çatı altında birleştirip kitle olmalarını sağlayan okullar, pekâlâ adaletsizliği, eşitsizliği, yoksulluğu ortadan kaldıracak fikirlerin filizlenip yeşerdiği yerler olabilir. Eğitim, herhangi bir gereksinimimizi karşılamak için aldığımız bir şey değil, insan olarak kendimizi konumlandıracağımız yerin belirleyicisidir. O nedenle sürecin bir tarafı olduğumuzu gözardı etmeyip her şeyi normalmiş gibi düşünüp, buna göre davranmayı bıraktığımızda özne, yani yurttaş olmamız daha da mümkün hale gelebilecektir.

 



[1] K. Marx, F. Engels (Komünist Manifesto)

[2]STEM; fen, teknoloji, mühendislik ve matematik konularının entegre biçimde öğretilmesi demek. Kısaltılmış bu tanımın sosyal becerileri gözardı ettiği eleştirileri kuramcılarının araya bir "A" sıkıştırmasına yol açtı. STEM STEAM oldu. Ancak sanatın İngilizcesinin (art) baş harfi hiçbir şekilde sosyal becerilerin karşılığı olmadığı gibi pazarlanacak ürüne “sanatsal” görünüm kazandırmayı ifade etmektedir.


Yorumlar - Yorum Yaz