eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji

65 Inny Accioly (çeviri)

Pandemi, Soykırım ve Barbarlık:

Eleştirel Eğitimin Brezilya’da Karşı Karşıya Olduğu Zorluklar

Inny Accioly[1] 

Çeviri: Yasemin Tezgiden Cakcak 
(English)

Brezilya’daki faşist hükümetin giderek artan şekilde emekçileri ve doğayı sömürdüğü mevcut barbarlık rejimi, koronavirüs pandemisinin yarattığı trajik durum ile birleşince ülke soykırıma sürüklenmeye başladı. Brezilya’daki halk sınıfları mevcut durumda yaşam haklarını korumak için çeşitli zorluklarla karşı karşıya.

Brezilya’daki mevcut politik durumun, Brezilya başkanının sadist karakteri göz önünde bulundurularak incelenmesi gerekiyor. Brezilya başkanı korona virüsü inkâr eden kesimlerin öncülüğünü yapmasına ve bu durum giderek artan sayıda ölüme neden olmasına rağmen, toplumun % 33’ünün onayını alıyor. Yoksullar arasında hükümetin desteklenme oranı ise % 31.[2]

Emekçilerin sınırsız şekilde sömürülmesi “bankacı eğitim sistemi”nin bir sonucudur (Freire, 1970). Bu durum da tarihsel olarak emekçilerin yabancılaşmasına neden olmaktadır. Şu anda bu durum emekçilerin kendi seçimleriyle kendilerini yok etmeye yöneldikleri trajik bir duruma sebebiyet vermektedir. İnsanlığı kendi kendini yok etmeye götüren bu barbarlığı durdurmak için “bankacı eğitim sistemi”ni baştan aşağı dönüştürmek gerekir.

Brezilya’da şu anda siyahilerin, yerlilerin ve geleneksel halkların soykırıma uğramasına karşı, yaşamı savunan halk sınıfları ile çalışan ve ortak mücadele eden eleştirel eğitimcilerin önünde çeşitli zorluklar bulunmaktadır.

 

Brezilya Başkanının sadizmi ve soykırım

Brezilya’da korona virüs çok hızlı yayıldı. İlk vaka 26 Şubat 2020’de görüldü. 200 vakanın teşhis edildiği 15 Mart günü, Brezilya başkanı, taraftarları tarafından Ulusal Kongre’yi ve Anayasa Mahkemesi’ni protesto etmek için düzenlenen bir gösteriye katıldı. Virüs tehlikesine rağmen Başkan, protestocularla el sıkıştı. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı korona virüs ile ilgili uyarıların abartılı olduğunu ve insanlarla tokalaşmaya hakkı olduğunu söyledi.

Mayıs sonlarında Brezilya’nın pandeminin merkez üssü olduğu ve 17 Mart ile 5 Haziran arasında korona virüs nedeniyle 34.000 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Ne var ki araştırmacılar özellikle yoksul bölgelerde vakaların bildirilmemesi nedeniyle vaka sayısının bildirilenden 14 kat daha fazla olabileceğini belirtiyorlar.

Başkan bir yandan pandeminin etkisini inkâr ederken bir yandan da verilerin, siyasi çıkarlar uğruna hükümeti zor durumda bırakmak amacıyla manipüle edildiğini iddia ediyor. Başkana göre, ekonominin kurtarılması önceliğimiz olmalı. Örneğin 20 Nisan’da korona virüs nedeniyle vefat sayısının 2575 olduğu bir günde kendisine ölenlerin sayısını soran bir gazeteciye “Ben cenaze levazımatçısı mıyım?” diye yanıt vermiş, bundan sekiz gün sonra ölüm oranlarının ikiye katlandığı bir dönemde ise “Ne yapayım, üzgünüm. Ne yapmamı istiyorsunuz?” demişti.[3] 2 Haziran’da ölüm sayısı 30 bini bulduğunda Başkan şunları söylüyordu: “Tüm ölenler için üzgünüm ama ne yapalım kader.” Brezilya, Haziran 2020’de dünyadaki korona virüse bağlı ölüm oranlarında başı çekerken ülkenin başkanı hükümetin kamuoyu ile paylaştığı verileri kısıtlıyordu.

Bilim karşıtı söyleminin yanında hükümet DSÖ’nün önerdiği sosyal izolasyon önlemlerini uygulamaya koyan yasama ve yargı kurumları ile eyalet valilerine de saldırıyor. Başkan sağlık çalışanlarını ve sağlık güvenliği protokollerini hiçe sayarak taraftarlarının yoğun bakım ünitelerini basıp video kaydı yapmalarını istiyor: “Yakınlarınızda bir devlet hastanesi varsa içeri girip video kaydı yapmanın bir yolunu bulun. Birçok insan bunu yapıyor. Yatakların dolu olup olmadığını, yapılan harcamaların yerinde olup olmadığını görmenin tek yolu daha çok insanın hastanelere gidip orada yaşananları kaydetmesi. Bu bizim işimizi kolaylaştırıyor.”[4]

Pandeminin yanı sıra Brezilya toplumu zor bir ekonomik ve politik kriz ile karşı karşıya. Bu kriz demokratik düzene ciddi anlamda tehdit oluşturuyor. Örneğin Nisan ve Mayıs 2020 arasında üç Devlet Bakanı istifa etti (iki Sağlık Bakanı ile hükümetin “yolsuzluk ile mücadele” sloganını destekleyen Adalet ve Kamu Güvenliği Bakanı Sérgio Moro). Pandemi karşısında insanların yaşamlarını savunacak minimum koşulları sağlamayı garanti edebilecek bir Sağlık Bakanı bile ortada yoktu.

Hükümet bir yandan insanları “sokakta yürüme hakları” için mücadele etmeye çağırırken bir yandan da artan ölüm oranları ile karşı karşıya. Bu durumdan en çok etkilenen kesim ise işlerini kaybetmemek ya da hayatta kalmaya çalışmak için kalabalık toplu taşıma araçlarına binmek zorunda olan alt sınıf işçileri. Bu, binlerce insanı ölüme sürükleyen hükümetin sadist yüzü. Paulo Freire (2015) sadizmin ezenlerin vicdanının özelliklerinden biri olduğunu söyler. Ölümsever dünya görüşüne sahip olan ezenler yaşamı değil, ölümü kutsar.

Oxford Sözlüğüne göre, sadizm, insanların acı çekmesini izlemekten ya da birilerine acı çektirmekten duyulan hazdır. Sadizmin şu anki federal politikalara sirayet ettiğine dair birçok işaret var. Bu, 35 yıldır bu ülkede ilk kez görülen bir şey.

Brezilya, Afrikalı kölelerin Amerika kıtasına adım attığı başlıca yerlerden biriydi (Klein, 1987). 1850 yılında köle ticaretinden en son vazgeçen yer de yine Brezilya oldu (Bethell, 1976). Brezilya tarihi boyunca, otoriter hükümetleri yöneten beyaz seçkinlerin en önemli özelliği köle sahibi mantığını taşımalarıdır.

Sivil-askeri diktatörlüğün (1964-1985) sona ermesinin ardından yeniden-demokratikleşme hareketi ile birlikte yapısal uyum ve Washington Mutabakatının önderlik ettiği Neoliberal Sağ ile bağdaştırılan yeni bir döngü ortaya çıktı. Bu döngü sert ekonomik politikalar ile kurumsal çerçevelere saygıyı (Svampa, 2019) birleştiriyordu.   

2003 yılından itibaren İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores - PT), on üç yıl boyunca gelir dağılımının yeniden düzenlendiği, ırkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı çıkan ilerici bir politika sürdürmüştü.

Bu döngü parlamenter bir darbe ile 2016 yılında durduruldu. 2018 yılında aşırı sağcı bir kongre üyesi ve eski bir subay olan Başkan Jair Bolsonaro’nın elde ettiği zafer, geleneksel ahlaki değerleri ve yıkılan hiyerarşileri geri getirmek için yapılan bir çağrı niteliğindeydi. Yeni bir siyasi seçenek ortaya çıktı: genel bir ilerici karşıtlığı ile biçimlenen, gerici ve faşist özellikleri olan aşırı sağ popülizm. Bu noktada bir yandan klasik/otoriter kapitalist düzene göz kırpılırken bir yandan da geleneksel ataerkil düzen geri çağrılıyordu.

Bu nedenle başkanın destekçileri arasında hem üst sınıflardan hem de alt sınıflardan bireyler yer alıyor. Ne var ki korona virüse yakalanmaları durumunda kimlerin lüks hastanelerde tedavi göreceğini, kimlerinse kişisel koruyucu ekipman eksiği bulunan aşırı kalabalık devlet hastanelerine gitmek zorunda kalacağını hangi sınıfa mensup oldukları belirleyecek.

Bilim karşıtı bir hükümetle karşı karşıya kaldığımız bugünlerde sosyal izolasyon önlemleri almak bir sivil itaatsizlik eylemi haline geldi. Tabii pek çok insanın böyle bir seçeneği olmadığını da belirtmek gerek.

Hal böyle olunca Mart başında öğretmen sendikaları ve öğrenci örgütleri tarafından yapılması planlanan kamusal eğitimi savunan, kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilmesine karşı çıkan sokak protestoları, DSÖ’nün önerileri doğrultusunda güvenlik gerekçesiyle iptal edildi. Brezilya devlet üniversitelerinin genelde Mart’ta başlayan akademik takvimleri askıya alındı. Tıpkı okul çağı çocuklarında olduğu gibi lisans öğrencilerinin de nitelikli internete erişimleri konusunda büyük eşitsizlikler olması ve büyük yoksulluk içinde yaşamaları nedeniyle öğretmenler uzaktan eğitime geçilmesi konusunda direnç gösteriyorlar. Bu nedenle devlet üniversitelerindeki iklim gergin. Ekonomi ve Eğitim Bakanlarının devlet memurları ve öğretmenleri düşman olarak nitelendirmesi nedeniyle çalışanlar arasında ciddi bir korku hakim.

Hazır çalışanlar dağılmışken, büyük sokak protestoları yapılamaz durumdayken sermaye, bu kaotik senaryoyu avantaja çevirerek devlet memurlarının ve çalışanların haklarını ellerinden alacak özelleştirme ve liberalleşme reformlarını hayata geçirmeye çalışıyor.

 

Barbarlığa giden yolda bankacı eğitim sistemi

Kapitalizmde insandışılaşma öylesine belirgindir ki emekçiyi kendi kendini yok etmeye zorlar ve ikna eder. Freire’nin ifade ettiği gibi (Freire, 2005), ezenler, ezilenlerin yalancı bir dünyaya inanmasını sağlamak için sayısız mit uydururlar. Bu mitler olmadan düzenin devamını sağlamak olanaksızdır. Ezilenler, baskıcı sistemin bir özgürlük düzeni olduğuna, herkesin dilediği yerde çalışma özgürlüğüne sahip olduğuna, kapitalist düzenin insan haklarına saygı duyduğuna ve bu nedenle de savunulması gerektiğine, çaba gösteren herkesin harika birer girişimci olabileceğine dair mitlere inandırılır.

Yüksek işsizlik oranları nedeniyle çalışanlar, ücret almadan ya da işçi hakları gözetilmeden çalıştırıldıkları gayrı resmi iş ilişkilerini kabul etmek zorunda kalırlar. Mitler sayesinde kendilerinin sömürülen birer işçi değil de girişimci olduklarına inanırlar. Yoğunlaşan bireyciliğin ve rekabetin sonucudur bu. Haklar ve toplumsal dönüşüm için ortak mücadele bakış açısı da böylece ortadan kalkar.

Okullar şu anda bu durumun aşılması için umut vaat etmiyor. Tam tersine, şirketlerin kârlılığını artırmak isteyen yönetici sınıflar eğitim politikalarına karşı çıkıyorlar (Leher & Accioly, 2016). Şirketler bu şekilde okulların “etkili”, itaatkâr, ideolojik doktrinasyondan geçirilmiş, kapitalizm yanlısı işçiler yetiştirmesini sağlayarak eğitimi, özel sektör için verimli bir alan haline getiriyorlar.

Şirketler tarafından gereksiz görülen konular okul müfredatlarından çıkarıldıkça okullar yabancılaşmanın derinleşmesine katkıda bulunuyorlar. Resim, sosyoloji, felsefe, tarih ve coğrafya gibi derslerin önemi azaltılıyor ve hatta zorunlu ders olmaktan çıkartılıyor. Bunun sonucunda işçi sınıfından öğrenciler uygarlıkların ürettiği toplumsal ve tarihsel bilgiye yabancılaşıyor, tersine kendi yaşamlarının gerçeğini dönüştürmelerine yardımcı olabilecek anlamdan yoksun bölük pörçük bilgilere boğuluyorlar. Bu sırada toplum ve eğitim üzerine eleştirel düşünme şansları azalıyor (Hill, 2003).

Nüfusun eğitim düzeyini yükseltirken aynı zamanda yabancılaşma ve sömürüyü de artırma imkanı tanıyan muazzam bir bankacı eğitim sisteminden söz ediyoruz. Freire’ye göre bankacı eğitim, öğrencileri ders içeriğinin alıcısı konumuna iterek baskı ve kontrolü mümkün kılar. Bu nedenle bankacı eğitim ölümsever etkisini saklayamaz.

Bankacı eğitim sisteminin ne büyük bir felakete yol açtığı ve iktidardaki faşist ve ultra muhafazakâr hükümetin sürdürülmesine nasıl katkıda bulunduğu şu an apaçık ortadadır. Brezilya’da bankacı eğitim sistemi şunlara neden olmuştur:

            

1.     Brezilya tarihini görmezden gelen eğitimli bir nesil.

Brezilya’da 1964 ile 1985 yılları arasında süren sivil-askeri diktatörlüğün geri gelmesini talep eden grupların ortaya çıkmasının nedenlerinden biri budur. İddiaların tersine, diktatörlük sırasında da yolsuzluk vardı ama basın özgürlüğü bulunmadığı, denetim ve teftiş kurumları olmadığı için üstü kapatılıyordu.[5] Ayrıca diktatörlük gazetecileri, öğrencileri, öğretmenleri ve düzene muhalif herkesi işkenceye maruz bırakıyor ve öldürüyordu. Bu düzenin izleri, insan haklarına saygı göstermeyen, gecekondu semtlerinde ve kenar mahallelerde toplu katliamları destekleyen askeri polisin kurumsal yapısında hâlâ görülmektedir.

Şu anki hükümet diktatoryal uygulamalar içindedir. Basın kuruluşlarına, öğretmenlere, üniversitelere ve araştırma kurumlarına saldırmaktadır; denetim ve teftiş kurumları ile kamu politikalarına toplumsal katılımı sağlayan konseyleri dağıtmaktadır. Bankacı eğitim sistemi demokratik diyaloğa yer vermeyerek rekabetin, bireyciliğin ve hiyerarşinin otoriterliğini meşrulaştırır. Sola, eleştirel düşünceye, siyahi ve yerli halklara, LGBTQ’ya ve feminist hareketlere yönelik artan nefret dalgası Brezilya’daki otoriterlik sevdasının sonucunda ortaya çıkmıştır.

 2.     Bilimin temel ilkelerini görmezden gelen eğitimli bir nesil. 

Korona virüs pandemisine karşı alınacak sosyal mesafe ve diğer önlemlere karşı bilim karşıtı söylemlere başvurulmasının nedenlerinden biri budur. Bilimsel kurumları düşman ilan edip DSÖ önerilerine karşı çıkan bu gruplar korona virüsün ciddiyetini inkâr etmekte, Başkanı desteklemek için sokaklara çıkarak kendi yaşamlarını riske atmaktadırlar.

 3.     Ciddi okuma güçlükleri yaşayan eğitimli bir nesil.

2018 yılı verileri 15 yaş üstü nüfusun % 30’unun işlevsel olarak okur yazar olmadığını göstermektedir (Ação Educativa & Instituto Paulo Montenegro, 2018). İşlevsel açıdan okur yazar olmayan bir kişi basit metinleri okuyup yazabilir ama günlük yaşamlarının gereklerini yerine getirecek ya da kişisel ve mesleki gelişimlerini mümkün kılacak gerekli becerilere sahip değildir. Bu kişiler metinleri yorumlamakta, olgular ile fikirleri birbirinden ayırmakta güçlük çeker. Ayrıca bilginin doğruluğunu kontrol etmekte zorlanırlar, bu da onları manipüle edilen ya da yanlış bir bağlamda kullanılan sahte haber ve imgelere karşı savunmasız hale getirir. En yaygın olarak okunan kitap İncildir.[6]

 

Dilbilimsel bir bakış açısından okuryazar olmayan kişi okuyup yazamayan kişi ise, siyasal açıdan “okuryazar olmayan kişi” – okuyup yazabilmesinden bağımsız olarak – insanların dünya ile olan ilişkilerine dair naif bir algısı olan kişidir. Ona göre toplumsal gerçeklik “olmakta olan” bir şey değil, “olan” bir şeydir. Yaygın eğilimlerden biri somut gerçekliği soyut dünya görüşleri içine gömerek bir şekilde inkâr etmektir (Freire, 2001, s. 74, bizim çevirimiz).

 Freire, eleştirel okumanın metin ile bağlam arasındaki ilişkiyi kavramayı içerdiğini söyler (Freire, 1989) ki bu da dünyanın ve kelimenin sürekli olarak okunmasını içerir (Freire & Macedo, 2011). Eleştirel okumada yetersizlik okuyucunun haberleri sorgulamadığı, ek bilgi arayışına girmediği ve bilgilerin doğru olup olmadığını düşünmediği anlamına gelir. Online bir dünyada bu kişiler internet teknoloji şirketlerine karşı savunmasız hale gelirler. 

Yeni internetin temel kodu oldukça basittir. Yeni nesil online filtreler, bizim sevdiğimiz şeyleri – yaptıklarımızı ya da bizim gibi insanların sevdikleri şeyleri – inceler ve trendleri tespit etmeye çalışır. Bunlar, kim olduğumuz, ne yapacağımız ya da ne yapmak istediğimize dair sürekli olarak bir teori ortaya çıkarıp onu iyileştirmeye çalışan tahmin mekanizmalarıdır. Bu mekanizmalar her birimize eşsiz bir bilgi evreni sunarlar – ben buna filtre balonu diyorum – ve bu bilgi evreni fikirleri ve bilgiyi paylaşma biçimimizi kökten değiştirir (Pariser, 2012).

İnternete erişimleri sınırlı olduğu için halk sınıfları, bu filtre balonlarından daha fazla etkileniyorlar. Bu da bu balonların kamuoyunu etkilemekte çok daha etkili olmasına neden oluyor. Şu anda Yüksek Seçim Kurulu, başkanlık seçimleri sonuçlarını etkilemesi için iş insanlarının finanse ettiği yalan haber üreten bir şebekeyi soruşturuyor.[7]

Korona virüs krizi, korkunç boyutlara ulaşan eşitsizliğin, hoşgörüsüzlüğün, ırkçılığın, işçilerin sömürülmesinin ve yönetenlerin halkın yaşamını hor görmesinin üzerindeki örtüyü kaldırıyor. Bankacı eğitim sisteminde öğretilen şiddetli bireycilik bu konuların doğal olarak görülmesine neden oluyor. Pandemi sırasında bu korkunçlukların ne şekilde cereyan ettiğine dair sayısız örneğe tanık olduk:

 

●      Brezilya’nın kuzeyindeki Belém kentinde hastanelerin işlemez duruma gelmesi karşısında bazı milyonerler yoğun bakım üniteleri ile donanmış uçaklarla seçkin hastanelere kaçtılar.[8]

●      Sağlık çalışanları, özellikle de hemşireler, korona virüs yaydıkları gerekçesiyle giderek artan şekilde sokakta insanların saldırısına maruz kalıyorlar.[9]

●      İnsanlara yiyecek ve hijyenik ürünler dağıtan gönüllülerin işine engel olmaya çalışan polis operasyonları esnasında genç siyahi varoş sakinleri öldürüldü. Nisan ayında Rio de Janeiro Devlet Polisi yoksul mahallelerde 177 kişiyi öldürdü.[10]

●      Pandemi esnasında kuzeydoğu Brezilya’da yer alan Campina Grande’de yerel ticaretin yeniden açılmasını protesto etmek için işçiler dizlerinin üzerine çöktüler. Çalışma Bakanlığı, bu protestoyu iş insanlarının organize ettiğine ve işçileri işten atmakla tehdit ettiklerine dair iddiaları araştırıyor.[11]

Mevcut kriz, kapitalizmin yok etmeye yönelik yüksek potansiyelini açığa çıkarıyor. Bu da kapitalizmin en büyük çelişkisi. Kendisi büyürken yaşamı yok ediyor.

Kapitalizmin kendini yenileme kapasitesi daha fazla emekçinin sömürülmesini gerektirdiğinden emekçilerin örgütlenmesi acildir. Yaşamın olumlanması, soykırımı körükleyen bir hükümet tarafından yönetildiğimiz bir dönemde başlı başına bir isyan hareketidir.

 

Kamusal, parasız, demokratik ve devrimci eğitimi savunmak 

Barbarlığa karşı hâlâ yaşam arzusu taşıyanların ve toplumun dönüşü olmayan bir noktaya sürüklendiğinin, çevresel yıkımın zirveye çıktığının, siyahi ve yerli halkların soykırıma uğratıldığının ve kadınlar ile LBTQ bireylere karşı şiddetin katlanarak arttığının farkında olanların isyan etmesi şarttır.

Freire isyankâr tutumların devrimci tutumlara dönüşmesinin çok önemli bir mesele olduğunu ifade eder.

İsyan olmazsa olmaz bir başlangıç noktasıdır, yerinde öfkenin ortaya çıkış noktasıdır, ama yeterli değildir. Bir ifşa biçimi olarak isyanın daha radikal ve eleştirel bir konuma, devrimci bir konuma genişletilerek ilan edilmesi gerekir. Dünyayı değiştirmek için, insandışılaştıran durumu ifşa etmek ile bunun üstesinden gelindiğini ilan etme hayalimiz arasındaki diyalektik şarttır (Freire, 2000).

Eğitim eğer ifşa ile ilan arasındaki diyalektikte kök salacaksa önemli bir dönüştürücü role sahip olacaktır. Ne var ki bunu mümkün kılan şey eğitimin kamusal, parasız ve demokratik karakteridir. Öğretmenler ancak kamusal ve parasız bir eğitim sisteminde pedagojik özerkliğe sahip olabilir. Öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkinin piyasa standartları dışına çıkması da buna bağlıdır.

Eğitimin yaşamı savunan devrimci bir isyanı besleyebilmesi için eğitim sistemlerimizde derinlemesine değişiklikler yapılması gerekir. Freire’ye göre “adaletsizliğe, vefasızlığa, sevginin olumsuzlanmasına, sömürüye ve şiddete karşı yerinde öfke gösterme hakkını tanımayan bir eğitim, bu duyguların ifadesinde yeri olan eğitimin üstlendiği rolü üstlenemez” (Freire, 1998, s. 18).

Bu sebeple eğitim sistemleri tarihsel olarak marjinalize edilmiş olan yerli halkların, Afrika kökenlilerin, kadınların, LGBTQ'ların ve bütün olarak işçi sınıfının yaşam kalitesini sağlamaya odaklanmalıdır. Bu yüzden eğitimi acilen piyasanın kuşatmasından çıkarmak şarttır. Zira kapitalizmde toplumlar, her şeyi kendine mal eden ekonomik sistemin bir aksesuarı haline gelmiştir (Polanyi, 2000).

Okul programları öğrencilerin toplumun bütünüyle bağ kurabilmelerini sağlamak için halkların ezenlere karşı tarihsel mücadelelerini gözler önüne serecek şekilde, öğrencilerin kendi ailesel kökenlerini fark edecekleri şekilde derinlemesine dönüştürülmelidir. Burada ailesel köken derken her bir bireyin kendi geçmişiyle, önceki nesillerle ve onların yaşama biçimleriyle bağlantı kurmasını sağlayan kökleri kast ediyorum. Kökenler, bireyi ve kolektif geçmişi birbirine bağlarken uygarlıkların, ulus-devletlerin ve tahakküm ilişkilerinin tarihine de gider.

Kölelik, pek çok susturulmuş neslin yaratıcı kapasitesini yok eden kalıcı bir kan lekesidir. Bu nedenle kökenler ile eğitimi birbirine bağlamanın temel amaçlarından biri zenginliklerinden edilen ve toplumsal bilgileri yok edilen halklar için tarihsel adaleti sağlamaktır. Okullar, dünyayı ve kelimeyi okumaya yönelik eleştirel sürecin bir parçası olarak, bilim, felsefe, sanat, insan bilimleri gibi alanları beslemiş olmasına rağmen yok sayılmış geleneksel bilgiyi öğrencilere sunma kararlılığını göstermelidir (Freire & Macedo, 2011).

Öğrenme süreci ancak kolektif olarak mümkün olacağı için eğitim ile tarihsel kökenleri bir araya getirmek öğretme-öğrenme sürecini de yeniden kolektif ve tarihsel karakterine büründürmenin bir yoludur.

Bilgi söz konusu olduğunda konunun bireysel boyutunu inkar etmek mümkün değildir. Ama bu boyutun bilme eylemini açıklamak için yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bilme eylemi toplumsaldır. […] Benim belirli bir nesneyi bilmeye dair kişisel pratiğim toplumsal olarak gerçekleşir, bu da benim o nesneye kişisel yaklaşımımı belirler. Öğrencinin […] bireysel bilme eylemi üzerindeki toplumsal boyutu fark etmesi gerekir (Freire & Guimarães, 2014).

Eleştirel eğitim açısından bilme eylemi diyaloğu gerekli kılar. Gerçek diyalog, yalnızca kelimelerin değiş tokuş edilmesinden ibaret değildir; bankacı eğitim sisteminden farklı olarak, kolektif bir şekilde inşa edilen ve öğrenci-öğretmen ilişkisi ile sınırlı olmayan davranışları da içerir.  Bu nedenle uzaktan ya da online olan bir öğrenme-öğretme süreci bu zengin ve karmaşık iletişim olanaklarını sunmadığı için kabul edilmemelidir. 

Piyasa, pandeminin ortaya çıkışını eğitimi kuşatmak ve öğretmen özerkliğini kısıtlamak için bir fırsat olarak kullanılıyor. Uzaktan eğitime geçilmesi açık ve demokratik diyalog için şart olan özneler arasındaki geçiçi ve uzamsal ilişkileri ortadan kaldırdığı için eleştirel eğitimi zayıflatmaktadır. Uzaktan eğitim bireyciliği pekiştirir, bu da daha önce belirttiğim gibi, demokrasi için ciddi sakıncalar barındırır.

Sadist hükümetin özelleştirme çabalarına cesurca karşı çıkan eleştirel eğitimciler, bir yandan korona virüs nedeniyle ölenler için yas tutarken bir yandan kamusal eğitime ve üniversitelere ayrılan kaynaklara yönelik saldırılar artmaktadır. Barbarlık ve belirsizlik durumu korkutucudur.

Okulların ve üniversitelerin parasız, kamusal ve demokratik karakterini yeniden inşa etme zorunluluğu doğmuştur. Bu da işçi sınıfının ve tabandan gelen halk hareketlerinin müdahalesini gerektirir. Siyah hareketleri, feminist hareketler, sendikalar, çevresel adalet hareketleri, köylü ve yerli hareketleri birbiriyle her tür çelişkilerine rağmen hep beraber okullarda ve üniversitelerde aktif ve kalıcı bir yer edinmelidir ki öğrenciler onlara katılıp kendi kendilerini nasıl örgütleyeceklerini ve mücadele stratejilerini öğrenebilsinler, kolektif karar alınmasını talep edebilsinler, farklı düşüncelere karşı hoşgörü isteyebilsinler ve ortak bir amaç için birlikte çalışmayı öğrensinler.

Yaşamı savunan devrimci isyan neoliberal okullarda ve üniversitelerde öğretilen bireyciliğe karşı alternatifler sunmalıdır. Bunun yolu da halk tabakası, azınlıklar, marjinalleştirilen kesimler için kamusal ve parasız eğitime demokratik erişim sağlanmasından geçer.

Burada eğitime erişimden kasıt salt sertifika sunmaktan daha fazlasıdır. Müfredat, öğretmenler ve öğrencilerin kendi yaşamlarını ve her tür yaşamı savunabilecekleri karmaşık ve transdisipliner bilgileri öğretip öğrenebilecekleri şekilde kökten dönüştürülmelidir. Yaşama yönelik polis şiddeti, zorla yerinden etme, kadın cinayetleri, araziye el koyma, mülksüzleştirme, emek sömürüsü ve her tür hakkın çiğnenmesi biçimindeki mevcut ve tarihsel tehditler ile baş edebilmek için “hayatta kalma ve direniş müfredatı” oluşturulmalıdır.

Sonuç olarak

Brezilya’daki işçi sınıfının karşı karşıya olduğu barbarlık karşısında yaşam ve demokrasi mücadelesi bir isyan eylemidir. Bu mücadelede Paulo Freire’nin düşünceleri pandeminin kalıntıları arasından yeni bir dünyanın devrimci bir biçimde inşa edilmesi için önemli katkılar sunar. Bu inşa sürecinde hiç şüphesiz ezilenler baş rolü oynayacaktır, çünkü onlar çok şey kaybetmiştir ve kaybedecek başka bir şeyleri kalmamıştır.

Tam da bu nedenle eleştirel eğitimciler, kamu okulları ve üniversiteler, pandemi sırasında artan şekilde saldırıya maruz kalmışlardır. Mevcut barbarlık düzeninin yaratılmasında bankacı eğitim sistemi önemli bir rol oynamıştır. Ne var ki herkes için kamusal ve parasız okul ve üniversite sunulması mücadelesini sürdüren pek çok eleştirel eğitimci vardır.

Koronavirüs pandemisi korkunç boyutlara erişen eşitsizlik, hoşgörüsüzlük, ırkçılık, emek sömürüsü ve yönetenlerin halkın yaşamını horlamasını gözler önüne sermiştir. Tüm bunlar karşısında kamu okulları, üniversiteler ve hastaneler gibi kamu kurumlarını savunmak tüm yaşam biçimlerinin savunulması mücadelesinde önemli bir adımdır.

  

Notlar



[1] Dr. Inny Accioly (innyaccioly@hotmail.com) Fluminense Federal Üniversitesi’nde (Rio de Janeiro) eğitim alanında yardımcı docent olarak çalışmaktadır. Disiplinler arası bir yaklaşımla çevre eğitimi, politika analizi, toplumsal hareketler, uluslararası ve karşılaştırmalı eğitim alanlarında çalışmakta ve özellikle eleştirel pedagoji alanıyla ilgilenmektedir.

 

 

[2] Bolsonaro’nün Hükümet Değerlendirmesi, DataFolha, 26 Mayıs 2020. Url: http://media.folha.uol.com.br/datafolha/2020/05/28/6b33e92c5fce7dcf946f577e614a7a1dagov.pdf

[3] A. Tajra, UOL online websitesi, 1 May 2020, url: https://noticias.uol.com.br/saude/ultimas-noticias/redacao/2020/05/01/todos-nos-vamos-morrer-um-dia-as-frases-de-bolsonaro-durante-a-pandemia.htm

[4] O Globo Gazetesi, 12 Haziran, 2020. url: https://www.youtube.com/watch?v=hijRwt7BYpU.

[5] Brasil de Fato Gazetesi ile Pedro Campos söyleşisi, 27 Kasım 2017. url: https://www.brasildefato.com.br/2017/11/27/na-ditadura-empreiteiras-deitaram-e-rolaram-com-recursos-publicos-diz-historiador

[6] Folha de São Paulo Gazetesi, 28 Eylül 2019. Url: https://www1.folha.uol.com.br/seminariosfolha/2019/09/jovens-leem-mais-no-brasil-mas-habito-de-leitura-diminui-com-a-idade.shtml

[7] Estadão Gazetesi, 29 Mayıs 2020. url: https://politica.estadao.com.br/noticias/geral,inquerito-das-fake-news-pode-abrir-caminho-para-cassacao-de-bolsonaro-no-tse,70003318604

[8] Época Gazetesi, 6 May 2020. url: https://epoca.globo.com/sociedade/coronavirus-ricos-de-belem-escapam-em-uti-aerea-de-colapso-nos-hospitais-da-cidade-1-24412850.

[9] Agência DW, 8 Mayıs 2020. Url: https://www.dw.com/pt-br/a-gente-se-sentiu-humilhada-enfermeiras-s%C3%A3o-v%C3%ADtimas-de-preconceito-devido-%C3%A0-covid-19/av-53374536.

[10] UOL, 28 Mayıs 2020. Url: https://noticias.uol.com.br/ultimas-noticias/afp/2020/05/28/favelas-do-rio-nao-tem-paz-nem-mesmo-na-pandemia.htm

[11] O Globo Gazetesi, 30 Nisan 2020. url: https://oglobo.globo.com/economia/ministerio-publico-do-trabalho-investiga-se-houve-coacao-em-protesto-na-paraiba-para-reabertura-de-lojas-24402453

 

Bibliografya

 

Ação Educativa & Instituto Paulo Montenegro. (2018). Functional Literacy Indicator: INAF Brazil 2018 Preliminary Results.

Bethell, L. (1976). A abolição do tráfico de escravos no Brasil - A Grã-Bretanha, o Brasil e a questão do tráfico de escravos, 1807-1869. São Paulo: Editora Expressão e Cultura.

Freire, P. (1989). A importância do ato de ler: em três artigos que se completam. São Paulo: Cortez.

Freire, P. (1998). Pedagogy of Freedom: Ethics, Democracy, and Civic Courage. Lanham, MD: Rowman & Littlefield.

Freire, P. (2000). Pedagogia da Indignação. São Paulo: Editora Unesp.

Freire, P. (2001). Ação Cultural para a liberdade e outros escritos. São Paulo: Paz e Terra.

Freire, P. (2005). Pedagogy of the Opressed. New York: Continuum International.

Freire, P., & Guimarães, S. (2014). Partir da infância : diálogos sobre educação. Rio de Janeiro: Paz e Terra.

Freire, P., & Macedo, D. (2011). Alfabetização: Leitura do Mundo, Leitura da Palavra. Rio de Janeiro: Paz e Terra.

Hill, D. (2003). O neoliberalismo global, a resistência e a deformação da educação. Currículo sem fronteiras, 3, pp. 24-59.

Klein, H. S. (1987). The Demography of the Atlantic Slave Trade to Brazil. Estudos Econômicos, pp. 129-149.

Leher, R., & Accioly, I. (2016). Commodifying Education: Theoretical and Methodological aspects of Financialization of Education Policies in Brazil. Boston: Brill/Sense Publishers.

Pariser, E. (2012). O filtro invisível: O que a internet está escondendo de você. Rio de Janeiro: Zahar.

Polanyi, K. (2000). A Grande Transformação: As Origens de Nossa Época. Rio de Janeiro: Campus.

Svampa, M. (2019). What the new right wing brings to Latin America between the political and the social: new areas of dispute. Rosa Luxemburg Stiftung, 01-20.

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz