eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji

65 Levent Özbek

Kısmetse Olur - III

Kaderi ben mi yarattım

Müslüm’den Çıktık Yola Gauss’da Verdik Mola

 

 

"Bilime giden düz yol yoktur ve ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar aydınlık doruklara ulaşabilirler." Karl Marx, Kapital 1. cild

 

27.6.2020 Tarihli Üniversite Sınavı ve Tuvalet Arama Hikayesi

 

Aşık Veysel, Yunus Emre hangi dille söylediler?

 

Çocuklarını İngilizce eğitim veren okullara göndermek için, zengini fakiri çocuklarını 5 yaşından itibaren at gibi koşturuyor. Bugün fakültede bir anne ile kızı koridordan geçerken tuvaletin yanındaki odama gelip başka tuvalet olup olmadığını sordu. Niye? dedim. Kadın, yarın sınavdan önce birisi dolu olursa öbürüne girer kızım, dedi. Kıza kaç aydır çalıştığını sordum. 17 senedir dedi. Ben de, altını bağla sınava öyle gir, 2 sene önce İngilizce sınavına girerken öyle yaptım, üstelik aşırı aktif mesane sorunum var, devamlı tuvalete gidiyorum, iyi ki tuvalet odamın yanında bak, dedim. Ben de öyle yapmak istiyorum ama annem izin vermiyor, dedi. Altını bağlarsan sınavda çişin gelmez, dedim. Tamam, dedi ama annesi ikna olmadı. 17 senedir çalışıyorsun 3 saatlik sınavda altını bağlasan, beze yapsan yapsan ne olacak, tüm hayatını bu sınava bağlamışsın, dedim. Annesi güldü ve biraz da kızarak bana baktı, tam tuvalet ararken bu adam da nereden çıktı dercesine. Sonra öbür tuvaletin yerini de gösterdim. Gülerek gittiler. Genç kızın sınav için 17 yıldır çalıştığını söylemesi beni duygulandırdı ve bu yazı ortaya çıktı.

Bir ulusun yakın tarihine bakarken, sadece siyasi ve iktisadi ilişkilerinin ele alınmasının, varılacak sonuçlar açısından, yanılgıya düşme olasılığını arttıracağını, boşluklara sebep olacağını düşünürüm. İnsanın, yaşı ve hafızası elverdiğince kendi dinlediklerinden, burnunda kalan kokulardan yola çıkıp büyük tahliller yapması, yakın tarihe bakmanın en güvenilir yolu olmasa da, kulağında kalanların hatırına iki kelam etmesinde bir sakınca olmasa gerek.

Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı, Müslüm’ün şarkılarını bolca dinleyen jiletçilere komşu olarak geçirdim. Her ne kadar üzerimize kan sıçramamış olsa da, ortalıktaki kan revan kendi halinde bir ovayı dolduracak düzeydeydi. Dünyanın döndüğünden bile haberimiz yoktu. Her şey kaderimizdi, zaten başka ne yapabilirdik ki? Dinlediğimiz şarkıların referansıyla, itirazım var, kaderi ben mi yarattım, Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş, sanırdık.

Şimdiki tv, tablet, akıllı telefon gibi teknolojik araçların olmadığı bir ortamda, bulabildiğimiz bir teyp ve kasetle bağlamayı elimize alır harıl harıl kasetteki şarkıları çıkarmaya çalışırdık. Sonra bir elektro-bağlamayla sıcak yaz akşamlarının kenarında tüm mahalleye o şarkıları çalardık.

Unutmuş olsak da, bir beşikte anasının ninnisi eşliğinde bizim yaşımızdakilerin çoğu sallanmıştır. Müziğin beynimize kazınıp nöronlar arasında patika oluşturması bu zamanlara denk gelir. Hep bir görüntüyü-bir anıyı, sesle ya da kokuyla anlamlandırmamız ve bilincimize çıkarmamız da belki tam bu dönemlere denk geliyordur. Hem o koruyucu sesin etkisi hem de etrafımızdakileri anlamlandırma çabası içinde bilinçdışımızın oluşmasının ilk tohumları orada atılmaya başlamış olur (Freud’çu yaklaşımlar bunu beğenmeseler de, yavru önce karnını doyurup sütü emmek, güvende olmak ve ninni-fısıltı duymak ister). Ninni, belki de o ağaçlardan temkinli biçimde sakınarak inip, yerde karnını doyurarak dolaşıp, tekrar tekrar ağaca çıkıp, korkudan uyumak isteyen yavrunun anasının koynuna sarıldığındaki fısıltılara denk gelir, kim bilir? Bunu da evrimsel psikologlar araştırsın, her şeye gücümüz yetmiyor diğer yandan artık bilgi paramparça olduğundan, neresinden tutsan elinde kalan bir yalnızlık sadece.

 

İtirazım var

 “İtirazım var değişmez yazıma

İtirazım var bu dertli şansıma

Sevginin sahtesine

Hayatın cilvesine

Dertlerin cümlesine

İtirazım var

Yalan dolu gözlere

Durulmamış sözlere

Dost olmayan yüzlere

İtirazım var”

 

1977-1980 yılları arasında Ceyhan Yaltır Kardeşler Orta Okulu’nda okudum. Tam Ceyhan Lisesi’ne başlamak üzereyken 12 Eylül 1980 faşist darbesi oldu. Ceyhan birden bire sessizliğe büründü. Dedem (Ali Nihat Arıcan) darbe olacağını anlamıştı sanırım, ODTÜ’de daha önceden öğrenci olan Mehmet ve Ahmet dayımın Ceyhan’da dedemin evindeki depoda bulunan kitaplarını, kasetlerini çamaşırlık odasında beraber yakmıştık. Benim dünyadan haberim yoktu. Çocukken dayımlar ikide bir Ankara’dan  Ceyhan’a okulda boykot var deyip gelirlerdi. Sonra liseye başladım, sıradan bir öğrenciydim. Bağlama çalmaya merak duyduğum dönemler... Ceyhan Lisesi’ni zar zor 1983’de bitirdikten sonra girdiğim Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nden 1987’de mezun oldum. Bölüme başladığımda hiç matematik alt yapım yoktu. Çok utangaç, sıkılgan, fazla konuşmayan bir çocuktum. Hem taşradan büyük şehre gelmenin getirdiği zorluklar hem de derslerin çok farklı olması beni oldukça zorlamıştı.

1984 yılında Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nde, ikinci sınıfta, Olasılık ve İstatistik dersi vardı. Dersi, eski TİP’li çok sert bir kadın olan Maide Hanım (Maide Oruç-Alman ekolünden) verirdi. Amfide bırakın konuşmayı, kafamızı kaşımaya, nefes almaya korkardık, bırakın yazmayı dersi dinleyin, Meclisteki Millet Vekilleri gibi katiplik yapmayın, diye bize söylenirdi. Sadece dersten geçen üç-beş kişinin adını panoya asar, azcık yüksek not alanları tahtaya kaldırır, sorguya çekerdi. Dersi daha çok sayısal işlemlere boğmuştu, hesap makinası pek olmadığından bize logaritma cetvelini kullanmasını öğretti ve sınavlarda büyük sayılarla yapılacak işlemleri logaritma cetvelini kullanarak yaptık. Dönem sonunda geçenlerin listesini asardı. 5-10 kişi geçti, diğerleri kaldı. Sanırım 150’den fazla öğrenci seneye tekrara kaldık. Dünyanın en büyük matematikçisi, Gauss da nadir zamanlarda ders verirmiş ve öğrencilerinin yazmalarını istemez, derslerini dinlemelerini istermiş.

Bölümü nasıl bitireceğim, nasıl iş bulacağımla ilgili büyük bir kaygı içindeydim. Genelde bitirenler matematik öğretmeni olarak çalışıyordu. Benim öyle bir niyetim yoktu. Okulu sevmiyordum ki, sevmediğim bir şeyi mi öğretecektim? Hem maaşı oldukça düşüktü. Benim, maddi sorunlarımızı çözecek yüksek gelirli bir işe ihtiyacım vardı. İstanbul’da yaşayan Mehmet dayım bir gün (adımı o koymuş) bilgisayar programlamaya yönel, geleceğin mesleği olacak, dedi. Zaten birinci sınıfta FORTRAN dersini Ümit Hoca’dan almış, büyük bir zevkle dinlemiş ve yüksek notla da geçmiştim. Ama ortada bilgisayar yoktu.

İkinci sınıftan sonraki yaz tatilinde Ahmet dayım faydası olur diye arkadaşları aracılığıyla o zamanın ilklerinden olan bir yazılım firmasını ayarladı ve ben tüm yaz boyunca oraya gittim. Çıraklık yaptım.

Üçüncü sınıfta Olasılık ve İstatistik dersini tekrar ederken dersi veren hoca değişti. İkinci hakkımda dersimize Fikri Öztürk girmeye başladı. O, Maide Hanım gibi değil, tamamen aksiyomatik bir şekilde Ölçü Teorisi kavramlarıyla Olasılık dersine başladı. Tabii hepimiz şaşırdık. Tüm sınıf kaldığı için derste oturacak yer bulamıyorduk. Sonradan bu aksiyomatik yapıyı büyük Rus Matematikçisi A. Kolmogorov’un (1903-1987) kurduğunu ve Kolmogorov Aksiyomları olarak adlandırıldığını öğrendik. Fikri Hoca derste öğrenciye bakmaz, sırtını döner, tahtaya yazardı. Kendinden emin olduğu her halinden belli oluyor, dersi severek anlatıyordu. İlk derste basit bir teoremi ispatlarken takıldı ya da bana öyle geldi, biraz durduktan sonra ara verdi. Ben o arada ispatı yapmıştım. Fakültenin koridorlarında hocalara selam vermeye bile çekinirdik, ara verdiğinde utanarak odasına gittim ve kağıdı gösterdim, tamam dedi. Öğrencilerinden hiçbir çekincesi yoktu.

Fikri Hocayla tanışmamız 1985 yılında böyle oldu. O tarihte Gazi Üniversitesi’nde Öğretim Üyesiydi ve bize dışardan ders vermeye geliyordu. İstatistik Bölümü yeni kurulmuştu ve öğrencisi yoktu. Dersin asistanı Suat Hoca’ydı. Dersin vize sınavında arkadaşım Halil (Halil Aydoğdu) ve ben 100 aldık, bu Fikri Hoca’nın dikkatini çekmiş. O zamanlar 100 almak kolay değildi, zar zor geçiyorduk derslerden ve geçme notu 50 idi.

Böylece Olasılık ve İstatistik konusuna ilgim başladı. Aradan günler geçti. Fikri Hoca, tahtaya bir eşitlik yazdığında, her zaman bunun nereden geldiğini gösterirdi. Konular ilerledi. Bir gün derste Gauss Dağılımı (Çan Eğrisi) diye bir dağılımdan bahsetti, çok önemli olduğunu özellikle belirtti, fakat bunun nasıl elde edildiğini göstermeyip öylece geçiştirdi. Genelde ders çalışmazdım ve çalışmayı da sevmezdim. Kütüphanenin üçüncü katına pek kimse gitmezdi. Çok değişik konularda kitaplar vardı, bir de ansiklopedi gibi İngilizce-Türkçe sözlükler. Matematikle ilgisiz kitapları karıştırır dururdum. Nükleer Tıp diye bir kitaba başlamıştım. Devamlı gider onu okurdum. Bir gün, elime İstatistik Astronomi adlı Fen Fakültesi basımlı bir kitap geçti. Onu karıştırmaya başladım. Bir baktım Gauss (Normal) dağılımının nereden çıktığını anlatıyor. Heyecanlandım. Kağıda yazdım, fotokopi makinası pek yoktu, olsa da para yoktu. Konuyu iyice öğrendim. Fikri Hoca’nın odasına gidip gösterdim. Çok hoşuna gitti. Derste bunu öğrencilere anlat dedi. Aradan günler geçti bir gün aniden gel anlat dedi. Ben de Matematik Amfisi’nde arkadaşların önünde anlattım. Hayatında hiç soru sormayan arkadaşlarım bana soru sordu.

Aradan zaman geçti. Bir gün dersin asistanı Suat Hoca amfiye gelip, seni İstatistik Bölüm Başkanı Yalçın Tuncer çağırıyor dedi. Gittim. Tanımıyordum ama babacan bir adamdı. İstatistik Bölümü’nü o kurmuş. Yıllar sonra ne kadar değerli birisi olduğunu gördüm. Bana, mezun olunca gel seni bizim bölüme asistan olarak alalım, seni Amerika’ya doktora yapmaya gönderelim, dedi. Ben de çok istediğimi, notlarımın düşük olduğunu ve biraz da maddi sıkıntılarımı düşünerek ona göre davranacağımı söyledim. Böylece ilk iş teklifimi üçüncü sınıfta almış oldum. Bundan sonra derslere karşı ilgim iyice arttı. İkinci vizeden ise sıfır aldım. Kimseyle beraber çalışmazdım, arkadaşlarım ise onları çalıştırmamı istiyordu. Sınavdan önceki gece onları çalıştırdım. Sınavda kafam durdu. Hiçbir şey yapamadım. Neyse ki finalde geçecek notu alarak dersten geçtim. Bu arada Fikri Hoca’nın yanına gidip geliyordum. Bir-iki kez matematik bölümü öğretim üyelerinin verdiği seminerlere beni de götürdü (Hocayla arka sırada, korkarak, çekinerek anlatılanları dinledim).  Üçüncü sınıftan sonraki yaz tatilinde yine aynı yazılım firmasına gittim ve programlamayı iyice öğrendim.

Son sınıfa geldim sonunda. Hem asistanlık teklifi, hem de yazılım firmasından programcılık teklifi almıştım. Maddi sıkıntılar nedeniyle bir an önce mezun olmam gerekiyordu. Matematik Bölümü’nü bitirip İstatistik Bölümü’nde asistan olup, Amerika’ya gidip doktora yapmayı istiyordum. Araştırma yapmak güzel bir oyundu. Hoşuma gitmişti. İkinci dönem tam mezun olacakken, Cihan Hoca’nın (Cihan Orhan) haftada iki saat anlattığı Topolojik Vektör Uzayları dersinden bütünlemeye kaldım.  Cihan Hoca, Matematik Bölümü’nün en yakışıklı, en kibar hocasıydı, güler yüzlü, her zaman güzel giyimli bir adamdı. O kadar kibardır ki, bana halen Levent Bey diye hitap eder. Derste elinde not olmazdı. Sonradan Matematik Bölümü’nün Bölüm Başkanlığı’nı da yaptı. Kendisine Kimsesiz Şiirler adlı kitabımı hediye ettim. Ara sıra, neden kimsesiz bu şiirler diye sorar. Kendisi de şiir tutkunudur, ona çok saygı duyarım.

Bu arada dostum Uğur (Uğur Yüksel), benim evrakları alıp, Milli Eğitim Bakanlığı Matematik Öğretmenliği sınavına başvurdu. Turgut Özal dönemiydi. Turgut Özal’ın prensleri her yeri ele geçirmişti. 1980 darbesinin neden yapıldığı artık iyice anlaşılmıştı. Cumhuriyetin kazanımları birer birer eriyordu. Var olan devletçilik anlayışı artık devre dışı bırakılıyor dünya kapitalist sistemine entegre olma süreci işliyordu. Devlet kurumlarında sözleşmeli personel yasası yeni çıkmıştı. Normal maaşların iki katını veriyorlardı. Ben de belki daha çok maaş veren yer olur diye birkaç yerin sınavına başvurdum. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Sistem Analisti alıyordu, başvurdum. Emlak Kredi Bankası Otomasyon Müdürlüğü Programcı arıyordu, başvurdum.

Bütünleme sınavı Eylül ayında olacaktı ve bu çok uzun bir süreydi. Kemal dayımla (Kemal Arıcan) Ayrancı’da bir evde kalıyorduk. Onun işleri kötüydü. Paramız yoktu. Ev sahibi kiradan dolayı çıkmamızı istiyordu. Birkaç kez oruç tuttuğumu hatırlıyorum. Bari sevaba gireyim diye. Bizi barındıracak bir ev tutmam ve geçinmemizi sağlayacak parayı kazanabileceğim bir işe acilen girmem gerekiyordu.  Hiç sevmediğim halde Cihan Hoca’ya gidip not istemeye karar verdim. Aradım bulamadım. Evini buldum bir şekilde ve gittim. Kendisiyle görüşemedim. Trafik kazası geçirmiş ve kolu kırılmıştı. Bu durumda zaten bir daha gidip görüşemezdim. Eylül ayını beklemem gerekti. Bu arada, not ortalaması 70 olan biri dersten kaldıysa o dersten geçebiliyormuş, bunu öğrendim ve Dekanlığa dilekçe verdim. Sabırsızlıkla sonucu beklemeye başladım. Ortalamayla geçemedim, sonradan öğrendim ki dilekçe işleme konulmamış, Dekan’ın masasındaki sümenin altına konulmuş.   

Emlak Kredi Bankası’nın yazılı sınavını geçtim. Sıra sözlü sınavına geldi. Ne diplomam var ne de bilgisayar programcılığını kanıtlayan bir belge. O zaman dördüncü sınıfa Basic Programlama dersine Kaya Kılan hoca geliyordu. Ondan el yazısıyla bir şeyler yazmasını rica ettim, o da şunları-bunları biliyor diye imzalı bir kağıt verdi. Sözlü sınavına giderken Mehmet dayımın verdiği ceket ve pantolonu giydim. Elimde de gösteriş olsun diye eski, kullanılmış bir çanta vardı. Çantayı rahmetli Ceyhan’daki Durmuş (Durmuş Özbek) amcam hediye etmişti. Çantanın içinde kablo parçalarından başka bir şey yoktu. Mehmet dayım, İstanbul’da bir kablo fabrikasında çalışıyordu. Ankara’dan bulduğu firmalara kabloları götürüp gösteriyordum. Para aldım mı hiç hatırlamıyorum. Sözlü sınavda danışman olarak o zamanın en ünlü bilgisayarcılarından Aydın Köksal (aynı zamanda Dil Bilimci), Otomasyon Müdürü Cahit Barutçu, Müdür Yardımcıları, Şerife Hanım, Ümran Timur ve adını hatırlamadığım birkaç kişi daha vardı. O zaman Otomasyon Müdürlüğünde Sistem Analisti olarak çalışan Hikmet Abi (Hikmet Gürbüz) ve Haluk Abi (Haluk Günalp) sınavda var mıydı tam olarak hatırlamıyorum ama sınava girenlerin özgeçmişlerini  incelemişler. Beni önerdiklerini daha sonradan öğrendim. Kendilerine teşekkür ederim. 110 kişi bankanın o büyük yemekhanesinde sınava girmiş, yaklaşık 20 kişi sözlü sınava çağrılmıştık. Mülakata çağrılanların ben hariç hepsi mühendisti. Sözlü sınav sonuçları açıklandı. Kazandım. Eylül geldi ve bütünleme sınavından geçtim. Daha diplomamı alamadan bir sürü işim olmuştu. 20 yaşında bir çocuktum. Girdiğim sınavlardan, Maliye Bakanlığı sözlü sınavında komisyon bilgisayarla ilgili o kadar soru sordu ki, daha sonra soracak soru bulamadı. Bilgisayar programlamayı çıraklık yaparak öğrenmiştim. Daha 18 yaşındayken, o zamanın en meşhur programlama dili olan COBOL’u çok iyi öğrenmiştim.

Çok para verdikleri için, Emlak Kredi Bankası Otomasyon Müdürlüğü’ne girdim. Seyranbağları’nda giriş katında bir ev tuttuk ve arkadaşların yardımıyla hepimiz kamyonetin kasasında taşındık. Bankanın yeri Ankara-Ulus Hergele Meydanı’ndaydı. İlk gün bizi bankanın yemekhanesine götürdüler. Masada Nuran (Nuran Taş) diye bir kızla tanıştım ve o gün ona aşık oldum. İki yıla yakın söyleyemedim. Beş yıl kendimi ona kabul ettiremedim.

Daha sonra Emlak Kredi Bankası, Özal’ın prensleri tarafından hortumlanan Anadolu Bankası ile birleşti ve Emlak Bankası oldu. Üç kez İstatistik Bölümü’nde Yüksek Lisansa başladım ama çalıştığım banka bana izin vermedi. Oysa sınavı beraber girip kazandığımız Bilgisayar Mühendislerine izin verdi, bana vermedi. Bankanın genel müdürlüğü İstanbul’a taşındı. İkide bir beni oraya göndermeye başladılar. Daha sonra da tayinimi çıkardılar. Kesintili olsa da iki yıl İstanbul’da yaşadım.

Maddi sıkıntıyla geçen yılların ardından bu işte maaşım oldukça iyiydi. Bir de harcırah alıyordum. Şimdinin parasıyla ayda elime 15 bin lira geçiyordu. İki kız kardeşimi de Ankara’ya getirtmiştim. Nimet’i üniversite sınavı için kursa yazdırdım. Demet de Çukurova Üniversitesi’nden yatay geçişle Hacettepe Üniversitesi’ne geçti. Ankara’da birlikte yaşadığımız kardeşlerimin geçimini, okul masraflarını, Ceyhan’da yaşayan annemle babamın ihtiyaçlarını rahat rahat karşılayabiliyordum.

İstanbul’da Ataköy’de deniz kenarında daha önceden kamp olarak kullanılan bir misafirhanede kalıyordum. Bazen misafirhanede, çok sarhoş olduğum zamanlar, masalardaki tüm tabakları bardakları teker teker kırar, sirtaki yapar, sabah da hepsinin parasını öderdim. Aşk, kanıma işlemişti. Misafirhanede aynı odada birlikte kaldığımız dostum Ufuk’la (Ufuk Akkuş) hem içer, hem kitap okur hem de siyasi tartışmalar yapardık. İstanbul’un en ücra köşelerine kadar gezerdik. Ufuk üniversiteyi İstanbul’da okuduğundan sokakları iyi biliyordu. O zamanlar memur sendikası falan yoktu. Ufuk ve bankadan diğer arkadaşlarla gizliden gizliye toplantı yapar, sendika kurmaya çabalardık.

Yüksek Lisans işi yatmıştı, atılmıştım. 1989 yılında askerlikten bakaya durumuna düştüm. İstanbul’da, asker kaçağı olarak askeri mahkemede yargılandım. İkide bir beni arayıp duruyorlardı. Sanki adam öldürmüşüm. Sonunda, 1989 yılında Adanada’ki Askeri Mahkeme’ye çağırdılar ve onların kararıyla askere gitmek zorunda kaldım. Sınava girdim. Ankara Zırhlı Birlikler Komutanlığı’nda Tank Asteğmeni olmak üzere eğitim aldım. Orada Ordu Bilgi İşlem sınavına girdim ve kazandım. Dereceye girdiğim için, adıma, görev yeri olarak Gülhane Tıp Akademisi çıktı. Gittim. Ortada bir tane bile bilgisayar yoktu. GATA Bilgi İşlem Subayı oldum. GATA’nın otomasyon süreci için gerçekleştirilen çalışmalarda az da olsa emeğim oldu. Bu sırada Körfez Savaşı başladı. Bilgi işlem askıya alındı. Askeri Sahra Hastanesine gönderilmek üzereyken beni İnzibat Subayı yaptılar. 1991 yılında İnzibat Subayı olarak askerliğim bitti. Tekrar İstanbul’daki Emlak Bankası’ndaki işime başladım. 1987 yılında başlayan karşılıksız aşkım 1992 yılında Nuran’ı ikna ettikten sonra nişanlanarak devam etti. Nişanlandıktan sonra evlenmek için Ankara’ya gelmem gerekti. O zamanın Emlak Bankası Genel Müdürü, biz Ankarada’yken, İç Anadolu Bölgesi Bölge Müdürü Fatih Abiydi. Beni çok severdi. Onların Bölge Müdürlüğü için çok iyi yazılımlar geliştirmiştim. Yanına gittim, Ankara’ya tayinimi çıkartmasını istedim, Ankara’da Bilgisayar Programcısı kadrosu yok nasıl çıkaracağım, ancak seni bir şubeye memur olarak atayabilirim dedi. Neyse bir yolunu bulup benim tayinimi Ankara Otomasyon Bölge Müdürlüğü’ne çıkardı.  Fikri Hoca ile ara sıra da olsa iletişim halindeydik. Nuran’ın desteğiyle tekrar Yüksek Lisans Sınavı’na girdim ve kazandım. Yüksek Lisansa başladım. Bu sefer izin almamda bir sıkıntı çıkmadı.

1992 yılında evlenmeden önce Fikri Hoca’ya gittim ve ona ben mutsuzum, dedim. Daha sonra kadro açıldı ve Fikri Hocam beni İstatistik Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak aldı. Maaşım yarıdan fazla düşmüştü ama sonunda fakülteye dönmüştüm. Fikri Hocam manevi babam, arkadaşım, dostumdur, karşılıklı ağladığımız oldu. Fikri Hoca Bulgaristan göçmeni. Köyde büyümüş. Orada Matematik Olimpiyatları’nda dereceleri olan bir Matematikçi. Bence Türkiye’nin İstatistik alanında en önde gelen bilim adamı. Fikri Hoca Kırıkkale Üniversitesi İstatistik Bölümü’nü kurmak üzere 1997 yılında Kırıkkale’ye gitti. Gitmeden önce de bölüme Fazil Hoca’yı (Fazil Aliev) aldı.

Fazil Hoca Bakü’de Fizik Matematik Temayullu Internat yatılı okulunda okumuş. Bizim bölüme 1995 yılında geldi. 1999 yılında vatandaşlığa geçince üniversitede problem çıktı. Dostum Ramo (Ramazan Tekinarslan) o zaman Başkent Üniversitesi Bilgi İşlem Dairesi Başkanıydı. Onun yardım etmesi ile Fazil Hoca oraya geçti. 2004 yılında tekrar bizim bölüme döndü. 2005 yılında da iki yıllık sabbatical alarak Amerika’ya gitti. Geldi, yine sorun çıktı, 2007 yılında da bizim bölümden ayrıldı. Şimdi Amerika’da yaşıyor.

Fazil Hoca doktorasını Moskova Devlet Üniversitesi Matematik Bölümü’nde yapmış Rus ekolünden geliyordu. Azerbeycan’da köyde büyümüş, yatılı Doktora hocası A. Kolmogorov’un doktora öğrencisiymiş. Daha sonradan Fazil Hoca’dan öğrendim ki, Kolmogorov’un doktora hocası da Gauss’un doktora öğrencilerinin soyundan geliyormuş. 1985 yılında Gauss Dağılımı’nın nerden geldiğini merak edip kendi kendime öğrendikten sonra, büyük Rus matematikçisi Kolmogorov’un, Kolmogorov’un da Gauss’un torunu olduğunu öğrendim. Fazil Hoca sayesinde, onun doktora öğrencisi olduğum için beni de o çeteleye almışlar. Bu çetelede geriye doğru gidince bilimsel olarak Gauss’un torunu çıkıyorum. Her şey tesadüfen oldu. Yoksa ben onların tırnağı olamam.

Sovyet döneminin en büyük Rus Matematikçisi A. Kolmogorov sayısız ödül ve payeye layık görülmüştür. Kolmogorov, Sosyalist Emek Kahramanı olmasının yanı sıra, yedi kez de Lenin Nişanı’yla ödüllendirilmiştir. Kolmogorov’a ülke dışındaki üniversitelerden verilen onursal dereceler ve meslek derneklerinin layık gördüğü üyelik sayısı ise sayılamayacak kadar çoktur. İstatistik dersini anlatırken tahtaya Gauss Dağılımını yazıyorum ve ekmek paramızı bu dağılım sayesinde çıkarıyoruz diyorum. Bu dağılım ve Kolmogorov Aksiyomları olmasa böyle bir bölüm de olmayacaktı. Öğrenciler tabii ne demek istediğimi anlayamıyorlar. 1985 yılında Fen Fakültesi kütüphanesinde bulduğum İstatistik Astronomi kitabı nelere yol açtı. Eşim Nuran Taş da Astro-Fizikçi, şair, besteci ve müzisyen…

  

 

Aşağıdaki fotoğraftaki - James C. Spall, NASA’nın çoğu işlerini yapan bir üniversitede görev yapıyor. Baltimore, Maryland’da The Johns Hopkins University (JHU), Applied and Computational Mathematics Program Başkanı. “JHU Applied Physics Laboratory, Principal Professional Staff. JHU Department of Applied Mathematics and Statistics, Research Professor. JHU Applied Physics Laboratory.” Üniversitenin sayfasında bulduğum bilgiler bunlar. Onun, 1985 yılında yazdığı makalesini doktora yaparken, 1995 yılında okudum. Posta adresine mektup yazıp makalede atıfta bulunduğu kendi çalışmalarını istedim. Baktım 3-4 ay sonra kocaman bir paketle makalelerini göndermiş. O zaman e-mail yoktu. Postayla haberleşmeye başladık. 1997’den sonra da e-mail ile haberleştik.

 

 

 

Fazil Hoca’yla birlikte, onun doktora tezi ve okuduğum makalesinin bir üst düzey geliştirilmesini çalıştık, bu çalışmayı ona postayla fikirlerini almak üzere gönderdim. 3 ay sonra cevap gelmişti, çalışmaların üzerine ufak tefek işaretlemiş, bunu,  şu dergide makale yapın diye de yazmıştı. Kart vizitini bile pakete koymuştu. Sonra makaleyi kör topal İngilizce’ye çevirdik ve dediği dergiye gönderdik, küçük düzeltmelerden sonra kabul edildi. 1999 yılında dünyada kontrol teorisi alanında, buluşçuların dergisi olarak bilinen, alanında bir numara olan “IEEE Transactions on Automatic Control” adlı dergide makalemiz yayınlandı. Makale kabul edildiğinde ben doktora tezimi bitirmemiştim ve kendi makaleme atıfta bulundum. Makale yayınlandıktan sonra Spall’dan e-mail geldi ve tebrik ederim dedi. Sonradan dergi basılı olarak geldi. Baktım Spall o derginin baş editörüymüş. Daha sonra dergiye gönderilen makaleleri değerlendirmek için postayla bir sürü makale gönderdi. Benim görüşlerim doğrultusunda basılıp basılmamasına karar verdiğini söyledi. Derginin arkasında da hakemler listesinde habire adımı yayınladılar. Halen iletişime devam ediyoruz. Fotoğraf 2015, 25 Aralık tarihinde John Hopkins Applied Fizik Lab.’daki odasının kapısında eşim tarafından çekildi. Kapısında sadece adı yazıyor. Odasında küçük bir masa, bir bilgisayar ve 3 kişinin oturup konuşabileceği yuvarlak bir masa, 3 de sandalye vardı. Odaya girdiğimizde masasının üzerinden bir şey aldı. Elinde bizim 1999 tarihinde yayınlanan makale vardı ve tekrar tebrik etti. Eşim Nuran giderken Ulus’taki Çıkrıkçılar Yokuşu’ndan güzel, Osmanlı tarzı gümüş bir tombak hediye almıştı, bu hediyeye çok sevindi. Geçenlerde korona nedeniyle haberleştiğimizde büyük bir onurla hediyenizi masamda tutuyorum ve odama gelenlere gösteriyorum diye yazmış mesajında. Fikri Hocam ile birlikte 10 senede yazdığımız kitaptan bahsettim. Fikri Hocamı anlattım ona. Fazil Hocamdan bahsettim, o da Amerika’da yaşıyor dedim. Çok aksanlı konuştuğundan zar zor anladım, o ise benim her dediğimi anlıyordu. Kitabımızı Türkiye’ye gelince postayla gönderdim. Alınca e-mail yazdı, Türkçe kısımları anlamadım ama diğer matematiksel eşitliklerden kitabın değerli olduğu anlaşılıyor diyordu. 1996 yılında başlayan tanışıklığımız 2020 yılında da sürüyor. 1998 yılında makalenin akıbetini sorduğu ve ben kabul edildiğini söyledikten sonra yazdığı tebrik e-maili aşağıda yer almaktadır.

 

 

Congratulations on the acceptance!!  Do you have a job yet?


-----Original Message-----
From:    Instructor Levent Ozbek [SMTP:Levent.Ozbek@science.ankara.edu.tr]
Sent:    Wednesday, November 11, 1998 12:27 PM
To:    Spall, James C.
Cc:    'Levent Ozbek'
Subject:    Re: your ms.

    Dear Dr.Spall,
I hope you are fine.I want to notify that our technical note was
accepted in IEEE. I completed my Ph.D. thesis last month.
I am looking forward to hearing you.
Best regards
Levent Ozbek


On Fri, 12 Jun 1998, Spall, James C. wrote:


Dear Mr. Ozbek,

I was wondering if you ever heard back from IEEE TAC re. your technical

Note submission on your Kalman filtering work.  Did you receive a decision

and/or useful comments from an editor?
Regards,
Jim Spall

 

 

Aralık 2015 Washington, DC, Amerika tarihli aşağıdaki fotoğraftaki kadın Fahmida (F.N. Chowdhury). Amerika’nın Ulusal Bilim Vakfı, (National Science Foundation, NSF), Uluslararası Bilim ve Mühendislik Ofisi Program Direktörü. Amerika’da Doktora dışında unvan pek kullanılmıyor. Kapılarda bile sadece ad-soyad yazıyor. Temmuz 2000'de benim de makalelerimin olduğu ve bir kaç kez hakemlik yaptığım, alanında bir numara olan “IEEE Transactions on Automatic Control” adlı dergide makalesi çıktı. O zaman Louisiana State Universitesi (LA, USA) Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı idi. Makalesinde hata vardı, e-mail yazdım. Hemen cevap geldi. Amerikalılar bizim gibi değil, bir mektup aldıklarında aldım şimdi yazamıyorum ama daha sonra cevap vereceğim derler. Ben bir yere mail gönderdikten sonra 2-3 gün bekleyip, bir de telefonla arıyorum, mailim size geldi mi diye. Böylece haberleşmeye başladık. Beni Amerika'ya, bölümünde yürütülen NASA'nın “Uçuş Güvenliği” projesinde çalışmak üzere davet etti. Daha önceden de Boing uçakları firmasının savunma bölümünden e-mail gelmişti. Bizim Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden dostum Murat Efe ile birlikte hedef takibi ile ilgili bir makalemiz vardı. Türkiye’de İngilizce çıkan bir dergide basılmıştı. Nereden gördülerse bana bu makalenin devamını yaptın mı diye soran bir e-mail atmışlardı, ben de umursamamıştım.

Fahmida …….. kurumuna başvurup, burs almam için gerekli tüm belgeleri imzalayıp faxladı. …….. kurumuna burs almak için başvurdum. İngilizce sınavından 70 puan aldığımı gösteren belgem yok diye başvurumu reddettiler. Bu arada Fahmida, bizim bölümde sana oda ve araba park yeri ayarladım, ne zaman geleceksin diye soruyordu. Ben de gitmek istiyordum. 3000 dolar biriktirmiştim. 2-3 ay kalacağıma, 4-5 ay kalırım diye, dolarları bozdurdum, borsaya girdim. 2001 krizi patladı. Dolar 2-3 katına çıktı. Borsa düştü. Benim 3000 dolar oldu 500 dolar. E-mail yazdım, Türkiye'de kriz çıktığını ve paramın pul olduğunu, gelemeyeceğimi söyledim, sağlık olsun, dedi. Daha sonraları da yazışmaya devam ettik. Türkiye ile ilgili haberler yabancı basına düştüğünde e-mailleşiyorduk. 2001 yılında da Yüksek tansiyon, kalp gibi sağlık sorunlarım oldu. Gitmek için başka yol aramaya takatim yoktu. Zaten nereye burs almak için başvurmak istesen İngilizce sınavından yüksek puan istiyorlardı. Halen de istiyorlar. Fahmida bana İngilizce biliyor musun diye hiç sormadı.. Aşağıda 2001 tarihli e-mailimiz var. Ne oldu geliyor musun diye soruyor. Gelemeyeceğimi bildirmişim.

 

Re: Hi There

Gönderen

ozbek@science.ankara.edu.tr

Alıcı

Chowdhury Fahmida N …….

Tarih

2001-08-19 17:05

Hi, Fahmida
Thanks for your mail. I hope that you are fine.
Now, I am out of town, on holiday.
I am very sorry that i couldn't find any funds for a visit.
I have also some health problems for about 3 months.
That's why i couldn't study on our project.
I take some medicines, so my health is getting improved and I plan to continue studying.
If i can get any support i will inform you.
Best wishes,
Levent

On 15 Aug 2001 18:51 EEST you wrote:
Hi, Levent - How are you? I am back from Bangladesh. Any progress on your
plans for a visit?
Best,
Fahmid

 

Bölüm Sekreterliği’nde her öğretim elemanının posta kutusu var. Her gün gidip bakıyorsunuz, bir şey geldiyse alıyorsunuz. O zamanlar Koridor Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nin Editörü ve Genel Yayın Yönetmeni’ydim. Devamlı postayla, kargoyla kitap veya dergi gelirdi. Garip bir şeyler oldu, uzun bir süre bir şey gelmemeye başladı. Bakıyorum posta kutusunda bir şey yok. Bom boş. 2012 yılının başıydı. Sekreterimiz Serap Hanım’a yakındım, bizim dergiye de hiç posta gelmiyor diye. Nedenini sordu, posta kutumun hep boş olduğunu söyledim. Hocam sizin posta kutunuz değişti dedi. Bölümden birisi Doçent olmuş, posta kutuları unvan sırasına göre yukardan aşağıya değiştirilmiş. Baktım küme düşmüşüm. Postalar alttaki gözde birikmiş. Neyse o gözdeki postaları aldım, adımı o gözden söktüm ve en alttaki yere adımı yazdım. Daha küme düşecek yer kalmamıştı. En azından yerimi sabitlemiştim. Ama bu duruma çok sinirlendim, Fazil Hoca’ya e-mail attım ve oraya gelmek istediğimi söyledim. O da davet etti.

1 Nisan 2012-30 Eylül 2012 tarihleri arasında 6 ay bizim üniversiteden ücretli izin alarak, Virginia Commonwealth Universitesi, Virginia Psikiyatri ve Davranış Genetiği Enstitüsü’nde (Virginia’nın başkenti- Richmond) çalışan, doktora tez danışmanım ve dostum, Fazil Aliev’in Enstitü’den gönderdiği davet mektubu üzerine İngilizce sınav belgem olmadığı halde araştırmacı olarak bulundum.

 

 

Gitmişken, Amerikalılar nasıl yaşıyorlar, ne yapıp ne ediyorlar, ne yiyip ne içiyorlar anlamam gerektiğini düşündüm. Güya İngilizcemi geliştirecek, Türkiye’ye gelip İngilizce sınavına girecek, 70 puan alıp YÖK’e Doçentlik sınavı için başvuracak, kabul edilirse de diğer sözlü sınav vs. gibi rampaları atlayıp Doçentlik unvanını alacaktım. Sonra da, Üniversitenin Doçentlik kadrosu açmasını bekleyecek, açılırsa sınava girecek, geçersem de kadrolu Doçent olacaktım. Bu arada bizim üniversitenin Doçentlik kadrosuna başvurmak için gereken kriterleri neredeyse iki katına çıkarttığını belirtmek isterim. YÖK, İngilizce sınavından 65 istiyorsa Üniversite 70 puan istiyordu o zaman. Şimdi doçentlik kadrosuna başvurmak için ilk koşul 80 almak.

Amerika’da Richmond’da doğma büyüme Amerikalı Chris ile kaldığım (roommate diyorlar) evden, 12 Eylül 2012 sabahı çıkarken, kapıya yapıştırılmış olarak bulduğum, içinde de el yapımı, el yazısıyla süslenmiş zarfların olduğu, doğum günümü kutlayan hediyeden başka elimde bir şey yok. Chris, yan komşumuz Kelli, erkek arkadaşı Brian ve onların evinde kalan Teksas’lı 100 kelimesinden ancak 2’sini anladığım Jovome’ye, yarın doğum günüm olduğunu söylemiş. Onlar da bu güzel el emeği süslü kağıtları hazırlayarak kapıya yapıştırmışlar. İnanın hayatımda böyle bir hediye almadım. İşsiz parasız bazen köpeğine aldığı tavukları pişirip yiyen Chris, gitmiş bir sürü malzeme almış, bir komşumuzun evinde tanıştığımız ve beni arabasıyla canlı rock müzik çalan barlara götürüp arabasıyla da eve bırakan Fedex de, günde 12 saat çalışıp asgari ücretle yaşayan arkadaşım Breet’i de arayıp çağırmış. Akşam eve geldim, kocaman bir pasta yapmışlar. Kelli’ler, Breet, onların birkaç arkadaşı, diğer yan komşumuz John Winner ve birlikte yaşadığı sevgilisi. Ben de aceleyle 20 dakika yürüme mesafesinde bulunan markete, sert alkollü içkilerin satıldığı dükkana gittim. Bir sürü viski, votka yoğurt, salatalık sarımsak falan aldım geldim. Sarımsaklı cacık yaptım. Oturduk yedik içtik.

 

Amerikalılar kadar çok içen görmedim. Bizim burada 35’lik rakı içip bununla övünürler ya. Aslında ben de çok içerim ama Jovome, sabaha kadar iki litrelik viski içti ve sabaha kadar ancak 2-3 kelimesini anladığım sohbete devam ettik. Gerçi geleli 5.5 ay olmuş ve azcık felsefe tartışacak kadar konuşmaya başlamıştım. Kelli hem çalışıyor hem de çevre mühendisliği bölümünde doktora yapıyordu. Brian çoğu müzik aletini çalan, enstrüman dersi vererek hayatını kazanan çok iyi bir gitarist ve müzik öğretmeniydi. Determinizm, rasgelelik gibi konularda konuşmaya çalışırdık. Bazen ikinci gitarını bana verirdi. Semiha Yankı’nın seninle bir dakika şarkısını çalabildiğim kadarıyla öğrettim. Ahmet Kaya’yı dinlettim bol bol. Eşim Nuran’ın TRT’de program yaparken kaydettirip youtube’da yayınladığı, söylediği türküleri gösterip, dinlettim. Cuma, Cumartesi akşamları Amerikalı çalışan emekçiler için kutsal bir gündür. Komşular birinin evinde toplanır, sabahlara kadar içilir sohbet edilir. Chris’le ben paramız olmadığından her davete katılırdık. Amerikalılar buna parti diyorlar. Bizim partiler cıstaka cıstak müzikle dolu olur. Davet edecek komşu bir gün öncesinden kapıya not yazar ve şu saatte bu evde parti yapıyoruz diye yazar. Partiye komşu davetliyse, davet eden tanımasa bile komşunun arkadaşının da gelmesine çok sevinirler. Chris beni tanıtmaktan çok hoşlanır, tanıştırırken hemen Matematikçi olduğumu söylerdi.

Amerikalılar Matematikçilere hayranlar. Sen zekisin öyleyse, derler, nerede araştırma yaptığımı sorarlardı. VCU’da, Psikiyatri Bölümü’nde davranışsal genetik kısmının bağımlılıkla ilgili bölümünde ziyaretçi araştırmacı olarak çalıştığımı öğrenince daha da çok ilgilerini çekerdi. Chris beni övmek için Levent aynı zamanda Poet (şair) derdi. Fazil Hoca’ya Kimsesiz Şiirler adlı kitabımı getirmiştim. Verememiştim yanımda duruyordu. Chris’e Türkçe okurdum. İçinden bildiğim bir iki kelimeyi de İngilizce sözlükten bulur anlatırdım. Chris (İsa) demek. Chris’e “Allah büyüktür” lafımızı öğrettim. Kötü bir şeyler olduğunda Chris ve çoğu Amerikalı everything is going to be fine (her şey güzel olacak) der. Daha sonraları Chris’le ben kötü bir şey olduğunda “Allah is great” derdik. Müzisyen komşumuz Brian çok birikimli bir çocuktu, dilim dönse de dönmese de onunla Marx hakkında konuşmaya çalışırdım, gitar çalıp bira içerken. Eylül’ün sonlarına doğru İngilizce yazdığım bir şiirimsiyi Chris iki saat uğraşarak Şiir haline getirdi. Ama şimdi o şiir de elimde yok.

Kaldığım ev, uzun yıllar hayatı hastalık ve yoksullukla geçen yaşamına rağmen, hayatı boyunca üretmiş olan, polisiye edebiyatın atası, sayısız makale ve öykü yayımlayan, benim sadece şairliğini bildiğim Edgar Allan Poe’nun yaşadığı evin 200 metre ilerisinde, yolumun üzerindeydi. Evini müze haline getirmişler. 2-3 ayda bir etkinlik yapılıyordu evin iç bahçesinde. İki kez de onların tiyatro ve şiir etkinliğine katıldım. Sadece bira paralıydı, diğer yiyecek içecek ikram olarak veriliyordu. Ben Richmond’da misafirim, ben de biraz şiir yazıyorum deyince müzeye giriş parası da almadılar. Hatta İngilizce yazmaya çalıştığım, ne demek istediğimin belli olmadığı, zor anlaşılan bir şiirimi de kağıda yazıp müze yöneticisine hediye ettim. Türkiye’li olduğumu öğrenince ilk işi Nazım Hikmet’ten söz etmek oldu.

Türkiye’de, İngilizce sınavını geçememiştim ama Amerika’da E.A. Poe’nin yaşadığı evde, evi müze haline getiren müze müdürüne şiirimi vermiş ve onlardan şiir dinleyip Nazım Hikmet’i anlatmaya çabalamıştım. Bu, tüm sınavları geçmekten daha mutluluk vericiydi benim için.  2012’de 6 ay yaşadığım Richmond’da ve halen görüştüğüm Amerikalı emekçi dostlarımla, ortak bir tane bile fotoğrafım yok. Bir doğum günü hediyesi süslü karton kağıt bir de Chris’in yaptığı yağlı boya resimlerinden oluşan albümünden verdiği bir fotoğraf var yanımda.

1 Ekim 2012’de, Richmond’dan başka hiç bir şehri görmeden Türkiye’ye geldim. Daha sonraki aylarda ÜDS sınavına başvurdum. Sınav ne zamandı tam hatırlamıyorum ama sanırım Gezi Eylemleri başladığı tarihlerdi. Yollar kapatılır belki diye, annesiyle ikinci bir tuvalet arayan kız gibi, Kurtuluş’tan sınava gireceğim Çankaya taraflarındaki adını hatırlamadığım okula bir gün önce yürüyerek gittim. Ertesi gün sınava girdim, sonrasında sonuç açıklandı, sınavdan 35 mi aldım, daha mı altındaydı hatırlamıyorum.

YÖKDİL sınavını iki sene önce geçtim. Bir yıl önce de YÖK’ün Doçentlik ünvanını aldım. 1998 yılında doktoramı bitirmiştim. İngilizce dayatıyorlar diye yıllarca sınava girmedim. Halen Doktor Öğretim Üyesi kadrosunda çalışıyorum. Alanımda çoğu Profesör’den daha çok uluslararası makalem ve makalelerime yapılan yüzlerce atıf var. Makalelerimizi aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz.

 

https://scholar.google.com.tr/citations?user=XCm6wSAAAAAJ&hl=tr

 

Üstelik Life (Hayat) adlı şiirimle Hindistan’da “The Second Genesis” (İkinci Yaratılış) adlı antolojide yer aldım. A.R.A.W.LII adlı Akademinin çıkardığı “The Second Genesis” (İkinci Yaratılış) adlı antolojide dünyanın birçok ülkesinden altmışa yakın şairin eserleri yer alıyor. Türkiye'den benim ve Türkiye'nin yaşayan büyük felsefecisi ve şairi Prof.Dr. Afşar Timuçin'in de yer aldığı altı şair bulunuyor. Akademinin yöneticilerinden ve antolojinin editörlüğünü de üstlenen Anuraag Sharma, Antolojide yer verilen şiirlerin bir kurul tarafından büyük bir özenle şeçildiğini belirtiyor.

Bana 1985 yılında asistanlık teklif eden Yalçın Hoca, 20 Ağustos 2011 tarihinde Arizona, Amerika Birleşik Devletleri’nde öldü. Yardımcı Doçent olduğumda bana getirdiği, bir daha aynısını hiçbir yerde görmediğim pirinçten yapılmış bir kalem ve kalemi koyacak pirinçten büyük bir zar kaldı geriye. Kalem duruyor ama kalemi koyacak zarı Fikri Hoca aldı, ben de aynısından yaptıracağım dedi. Bir daha da getirmedi.

https://www.biyografya.com/biyografi/4957

1992 yılından emekli olana kadar, devamlı odasına gidip kahve içip sohbet ettiğim nadir insanlardan, dostum, arkadaşım, sırdaşım olan Osman Hoca (Osman Gürel) 8 Kasım 2018 tarihinde öldü. Osman Hoca’dan Radyo Özgür’de yaptığımız programların kayıtlarından başka, imzalı kitapları ve evde rahmetli annesinin, Osman Hoca bizim eve gelirken hediye olarak gönderdiği büyük tahtadan yapılmış tuzluk ve karabiberlikten başka bir şey yok.

https://www.biyografya.com/biyografi/9817

Fikri Hocam emekli oldu. Emekli olduktan sonra, 1994 yılında Dekanlığa dilekçe vererek kurduğumuz Modelleme ve Simülasyon Laboratuvarına gelip gitmeye başladı. Fikri Hoca’nın oraya gelmesini istemeyen, o zamanın vekil Dekanı ve Bölüm Başkanı tarafından laboratuvarın anahtarı elimizden alındı. Tüm kitaplarımızı, eşyalarımızı ve deney malzemelerimizi aldık. Biz o laboratuvarı kurduktan 2-3 sene sonra Genel Kurmay Başkanlığının aynı adla birim kurduğunu, abisi subay olan bir öğrencimizden öğrenmiştik. Fikri Hoca daha sonra yeni gelen Dekan’a dilekçe vererek iki seneliğine o odaya gelme izni aldı, anahtarı sekreterlikten alıp bırakmak koşuluyla. Şimdi sağlık sorunları nedeniyle evden çıkamıyor. Geçen Fikri Hoca’nın bir şeyini almak için anahtarı istedim Sekreter Hanımdan. Sekreter Hanım, Bölüm Başkanı’na sormanız gerek dedi. Neyse Bölüm Başkan’ına sorduk. Beraber o odaya gidelim, sen şahit ol, dedim. Beraber gittik. Odada Hoca’nın kitapları, kafasına taktığı devamlı tavana asıp sallayıp gözlem yaptığı sarkaç, iki-üç tane su şişesi, birkaç boş kağıt bardaktan başka bir şey yoktu. Benim odamda duran kitaplarını da bıraktım, belki bir gün gelir alır diye. O odada 1995 yılında başlayıp 2004 yılında bitirdiğimiz Matematiksel Modelleme ve Simülasyon kitabını yazdık. Kitabın önsözüne, benim bahçede beslediğim güvercinlerin fotoğrafının üzerine “Bu kitap üzerinde çalışmaya başladığımız 1995 yılından bu yana, onlara ayırmamız gereken zamanlardan fedakarlık ederek bize katlanan ve katlanamayan sevdiklerimize, güvercin yüreği kadar coşkulu ve temiz duygularımızı sunarız” yazmıştık. Yazdığı tüm kitaplarını, derslerde anlattıklarını ve verdiği seminerleri çok yıllar önce, daha internet yeni kullanılmaya başladığında, bu dinazorları yok edeceğim diyerek web sayfasına koymuştu. Ama ben ondan daha önce koymuştum. Şimdi ise moda oldu açık erişim.

http://80.251.40.59/science.ankara.edu.tr/ozturk/

O odada Nörolog arkadaşlarla, Psikiyatrist arkadaşlarla  çalışma grupları kurmuştum. Herkes uyurken gece yarılarına kadar çalışırdık. Osman Hoca Kimyacı. Bize Kimya anlatırdı. Bilim Tarihi anlatırdı. Felsefe anlatılırdı. Nörolog arkadaşlarla amblem bile yapmıştık. Dr. Çağrı (Çağrı Temuçin) tasarlamıştı amblemi. Kongrelere kendi amblemimizle katılırdık. Ben kümeler kavramından başladım anlatmaya, onlar nöronlardan, öyle devam etmiştik.  Fazil Hoca Amerika’da iki sene kalıp döndüğünde ona oda vermemişler ve o da bu odada oturmuştu. Aşağıdaki linklerden o zamanki yaptığımız çalışmaları indirebilirsiniz.

Nörolojik Bilimler Çalışma Topluluğu

İktisat Çalışma Grubu

Uyku Çalışma Grubu

Bilgisayar destekli,  yeni bir otomatik,  kendi kendini ayarlayan sıcaklık denetimi çalışmamın deneysel kısmını (mekanik-elektronik) o odada yapmıştım. Aşağıdaki videolarda kontrol çalışmamı ayrıntılı bir şekilde anlattım. Diğer bazı çalışmalarla ilgili videoları da o linklerden izleyebilirsiniz.

13 Aralık 2018 günü Ankara-Konya seferini yapan Yüksek Hızlı Tren kazasında hayatını kaybeden değerli dostum, güler yüzlü Bilim Adamı Prof. Dr. Berahitdin Albayrak 2016 yılında AÜ Rektör yardımcısıydı. Onun desteği ile AÜ Fen Fakültesi bahçesine bir konteyner getirdim. Hem sevdiğim, hem de güvercinler üzerine yaptığım araştırmama devam etmek için konteynerin içini Adana yerlisi güvercinle doldurdum. Rahmetli Berahitdin kardeşim çalışacak laptopum yok deyince Rektörlük makam odasındaki masasında duran  laptopunu bana verdi. Halen bu laptopta çalışıyorum. Bu yazıyı zaman zaman gözlerim yaşararak o laptopla yazıyorum. Kendisini rahmetle anıyorum. Tren kazasının sorumluları hiçbir ceza almadılar, yetkilileri kınıyorum. Işıklar içinde uyusun.

 

Tuvaletin yanındaki odama yalnızca Fikri Hoca, Osman Hoca, Fazil Hoca gelirdi. Üçü bir arada olduğunda onları dinlemekten yanı başımdaki tuvalete bile gidemezdim. Fikri Hoca ve Fazil Hoca Sosyalizmi birebir yaşamış insanlardı. Devamlı onlara sorardım. Sosyalizm nasıl bir şey diye. Osman Hoca 12 Eylül Faşist Darbesi’nden sonra okuldan atılmış, annesi Vacide Teyze Cumhuriyet’in ilk Tarih öğretmenlerinden birisiydi. Babasının Halk ozanlarından derlediği şiirlerden oluşan kitaplarını halen saklarım. Evinin her tarafı, yerler de dahil, kitapla doluydu. Öyle bir ortamda büyümüştü. Anlayacağınız artık odama gelip de saatlerce sohbet edecek bir arkadaşım bile yok. Kaldım tek başıma. Yazıyı okuyan olursa umarım sınavda başarılı olmuştur. Bırakın; kızınız-oğlunuz, sizlerin ana-babanızdan öğrendiği dili konuşarak bilim, felsefe, sanat yapsın ve sokaklarda oynasın..

 

Aşık Veysel, Yunus Emre hangi dille söylediler?

 

 

Kısmetse oldu. Kaderi kendim yarattım. Tüm Hocalarımın ellerinden öperim. Sevgiler

 Levent Özbek 03.07.2020: 04:30 / Ankara

  

Kontrol çalışması

https://www.youtube.com/watch?v=NwqGEHThXOE&t=123s

 Psikiyatri EEG çalışması

https://www.youtube.com/watch?v=KLzuYWRNNJA&t=60s

Matematik ve İstatistikte : Modeller : Üroloji - Nöroloji - İktisat- Canlılarda Büyüme Modelleri

https://www.youtube.com/watch?v=nzOl-aGDJq0&t=1s

Bazı yazılarımı www.leventmodelleme.com web sayfamda paylaşıyorum.


Yorumlar - Yorum Yaz