Murat Kaymak
COVİD-19 salgını Türkiye’de olduğu gibi Dünya’da olağanüstü bir durum ortaya çıkarmıştır. Salgının kontrol edilmesi için insanlar arasındaki ilişkilerdeki fiziksel mesafenin en 1,5 metre olmasını zorunlu olduğu ortaya çıktı. Bu bilginin yanında virüsün insandan insana bulaşma yollarının kolaylığı, doğal olarak ülkelerdeki karar alıcıları okulları tatil etmeye, bu yolla okulların salgının yayılmasında istasyon görevi görmesi engellenmek istendi. Ne var ki bu karar alınırken, salgınla ilgili mücadelede Çin deneyiminden ve virüsün yayılmasının yaz aylarında yavaşlayacağı bilgisinden hareketle eğitim tatilinin iki ayı aşmayacağı varsayıldı. Bu süre içinde de çocukların eğitiminden geri kalmamaları için, her olağanüstü durumda olduğu gibi teknolojiden yararlanılmaya çalışıldı. Bütün ülkeler, ellerindeki teknolojik imkânları eğitim-öğretim için seferber ettiler. Yaşama hakkının her şeyin üstünde olduğu bir yerde atılan bu adımların doğru ve yerinde olduğu kesindir.
Gelinen noktada karar alıcı ve düzenleyici konumda olanlar Türkiye’nin, salgını kontrol altına aldığını, eskisi gibi olmayacak olan “yeni normale” döneceğini ilan ettiler. Bunun üzerine başta yükseköğretim alanında olmak üzere, zorunlu eğitim kademelerinde de bazı derslerde uzaktan eğitimin kullanılmaya devam edeceğine yönelik açıklamalar gelmeye başladı.Tam olarak yükseköğretimdeki gibi olmasa da zorunlu eğitim aşamasında uzaktan eğitimi destekleyici ve tamamlayıcı konumundan çıkarmak isteyen bir anlayışın bulunduğu görülmektedir.
Uzaktan eğitim teknolojilerine yatırım yapan şirketlerin geçmişteki ve yaşamakta olduğumuz olağanüstü durumla ilgili son değerlendirmeleri bir arada düşünüldüğünde, bizim ne yaşadığımızı, ne yapmamız gerektiğini tam olarak ortaya koymamız gerektiğini göstermektedir. Eğitim açısından okul ile birey arasındaki ilişkiyi bütün yönleriyle ele alıp uzaktan eğitimin ya da hangi ad konulursa konulsun teknolojiyi merkeze alan bir eğitim anlayışının bir eğitim modeli olamayacağını, teknolojinin bugünün ya da yarının aracı olmanın ötesine geçemeyeceğini ayrıntılı biçimde açıklamak durumundayız.
Krizler her zaman güçlü fikirlere, yeni uygulamalara yol açar, kaynaklık eder. Yaşamakta olduğumuz Covid-19 salgını da insanoğlunun yaşadığı en önemli krizlerden biridir. Bu süreci bütün yönleriyle ortaya koymak, yeni olguları adlandırmak, farklı bağlamları görünür hale getirmek, yeni pratik deneyimler kazanmak, yaşanmakta olan ve gelecekte yaşanacak olan sorunların çözümü için önemli bir birikim olacaktır. Kuşkusuz yaşamakta olduğumuzu “deneyim” olarak görenler olabileceği gibi bazı konular bağlamında “deney” olarak değerlendirecek olanlarda olabilecektir. Özellikle eğitimi teknoloji üzerinden yeniden örgütlemek isteyenler, bu dönemin eğitim deneyimlerini kullanılan iletişim araçlarının, yazılımların, video içeriklerinin, görsel tasarımların başarısı açısından bir deney olarak ele alacaklardır. Bizim bu bakış açısını kendi iç tutarlığı ve tutarsızlıkları bağlamında anlayabilmemizin, açıklayabilmemizin yolu yaşamakta olduğumuz eğitim deneyimini nasıl adlandırdığımızdan geçmekte. Bu da bizi yaşamakta olduğumuz sürecin salt uzaktan eğitim deneyimi mi yoksa olağanüstü koşullarda, durumlarda eğitimin nasıl sürdürüleceğiyle ilgili bir deneyim olup olmadığını tartışmaya götürecektir.
Uzaktan eğitim, daha çok iletişim ve ulaşım teknolojisine dayalı olarak yapılan sistemli öğrenme faaliyetini ifade eder.
Eğitimde teknoloji, yazıyla birlikte önem kazandı. Yazı, sözün dondurulmuş hali olarak karşımıza çıktı. Bu büyük devrimdi. Yazı, beraberinde yeni teknolojilerin geliştirilmesine imkân sağladı. Yazı, ihtiyacın olduğu yerde kolaylaştırıcı ve aynı zamanda bu kolaylaştırıcı olanın yaygınlaştırılmasını sağlayan teknolojilerin geliştirilmesi için insanları uyaran etken oldu. Kalem olarak kullanılan araçların ardından parşömen, deri gibi üzerine yazılabilen araçlar üretildi. Kâğıt ve kalem, mektup denilen bir haberleşme ve öğrenme aracını ortaya çıkardı. Bu ihtiyaç öylesine yaygınlaştı ki bugün de kullanmakta olduğumuz posta sistemini doğurdu.
Kâğıt ve kalem, sözlü toplumsal hafızadan yazılı toplumsal hafızaya geçişin yolunu açtı. Yazılı toplumsal hafıza, bu hafızayı oluşturan yetenekli insanların yetiştirilmesini gerektirdi. Devlet dediğimiz yapılanmanın en temel işlevlerinden biri; bu hafızayı geliştirme, güçlendirme ve geleceğe taşımak olmuştur. Ama asıl değişiklik, uzaktan eğitimin ortaya çıkmasını sağlayacak olan matbaanın bulunması oldu. Matbaa, sözün dondurulmuş hali olarak yazılı kâğıtların istendiği kadar çoğaltılmasını sağladı.
Bu tarih özeti, bize,uzaktan eğitimden söz ettiğimizde aslında iletişim teknolojisinden söz etmiş olduğumuzu gösterir. Çünkü uzaktan eğitimin varlığı bu teknolojinin gelişim seyrine göre biçimlenir, etkinlik kazanır. Böyle baktığımızda uzaktan eğitimin üç aşamalı bir gelişim gösterdiğinden söz edebiliriz. Birinci aşama, yazışmaya dayalı olmuştur. Mektup bu dönemin en önemli eğitim aracıdır. İkinci dönemde işitsel ve görsel araçlar öne çıkar. Özellikle radyo ve televizyon bu dönemin araçlarıdır. Radyonun bulunması, sözün mesafesiz aktarılmasını sağladı. Televizyon, bu kez, söz ve görüntünün mesafesiz aktarımı oldu. Üçüncü aşama ise bilgisayar ya da bilişim tabanlı uzaktan eğitimdir.
Yazışma döneminden sonra eğitim araçlarının aslında elektrikle birlikte yaşamamıza girdiğini görüyoruz. Elektriğin, elektronik ve dijital dönemin temel dayanağı olduğu açıktır. Buda bize gösterir ki uzaktan eğitim daha çok yazılı materyaller ile elektronik araçların üzerinden yürüyen eğitimi tanımlar, anlatır.
Uzaktan eğitim kavramının epeyce sorunlu olduğunu kabul etmek gerek. Sorunun bir yönü adlandırmayla ilgilidir. Bu eğitim faaliyeti kullanılan teknolojiden hareketle “e-eğitim”, “dijital eğitim”, “bilgisayar tabanlı”, “bilişim tabanlı eğitim”; eğitimin hedef kitlesi açısından her yaş grubuna sunulabilmesinden dolayı “açık eğitim” biçiminde adlandırılabilmektedir. Bu adlandırmalar, büyük ölçüde bu faaliyetleri organize edenlerin tercihlerini anlatmaktadır. Örneğin, uzaktan eğitim kavramı yerine bilişim, internet tabanlı eğitim demeyi tercih edenler, eğitim faaliyetini organize edenlerin, hedef kitlede, eğitim faaliyetlerinde üstün teknoloji kullandıkları algısını yaratmak istemektedirler.
İkinci sorun yapılan faaliyetin eğitim mi öğretim mi olduğuyla ilgilidir. Türkiye’de yakın zamanlara kadar bu konuda bir kafa karışıklığı bulunmuyordu. Çünkü bu türden eğitim faaliyetleri daima öğretim olarak adlandırılmıştı. Bu durumu resmi kuruluşların isimlerinden kolayca takip edebiliriz. 1958 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulan “Mektupla Öğretim Merkezi”, daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi bünyesinde kurulan Açıköğretim Fakültesi, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulan “Açıköğretim lisesi” hemen ilk anda sayılabilir.
Öğretimin, eğitim olarak adlandırılması ise 90’lı yılların içinde şekillenmiştir. 1993 yılında Açıköğretim Fakültesinde kurulan anabilim dallarından birinin adı “uzaktan eğitim anabilim” dalıdır. Ayrıca bu fakültenin açmış olduğu bölümlere lise mezunlarının alınması ve kendilerine lisans diploması vermenin yaygınlaşması Açıköğretimi, tamamlayıcı ve destekleyici eğitim faaliyeti olmaktan hızla çıkarmıştır. Yükseköğretim bağlamında bu değişim anlaşılır bir durumken, zorunlu eğitim kademelerinde Açıköğretim ilkokulu ve Açıköğretim lisesinin geldiği durum, “eğitim mi”“öğretim mi” tartışmasında “eğitimdir” görüşünün kamuda tam olarak egemen hale geldiğini göstermektedir.
Bu tür öğretim faaliyetlerinin, eğitim faaliyeti olarak kabul edilmesinde uzaktan öğretim teknolojilerine yatırım yapan şirketlerin katkısı büyüktür. Çünkü bu teknolojiler, (biraz sonra pedagojik gerekçelendirmelerini tartışacağımız üzere) eğitim hizmetlerinin daha ucuz yatırımlarla, daha yüksek getiriler elde edilebileceğini göstermiştir. Şirketlerin artan etkisi nedeniyle sorunsadece bu kavramın “eğitim mi”, “öğretim mi” olduğu noktasını da aşmış bulunuyor. Özellikle, uzaktan eğitimin,okul eğitimine alternatif bir eğitim modeli gibi sunulduğuna dikkat çekmek isteriz.
İster uzaktan eğitim, isterse uzaktan öğretim densin, bugünkü internet üzerinden gerçekleşen öğrencilerin ve öğretmenlerin katıldığı faaliyeti sadece mesafenin ortadan kalktığını ifade eden “uzak” kavramıyla ifade edemeyiz. Çünkü yeni internet araçları, insanların yüz yüze bir araya gelmeden sınırlı da olsa etkileşimde bulunmalarına imkân vermektedir.
Olağanüstü koşullar nedeniyle eğitimin sürdürülmesi imkanı veren uzaktan eğitim teknolojilerinin kalıcı alternatif bir eğitim örgütlenmesi ortaya çıkardığına inan “uzaktan eğitim”taraftarlarının örgün eğitime yönelik eleştirileri ve temel savunularını şu beş noktada toplayabiliriz[2]:
Ortaya konulan bu pedagojik gerekçelere kısa da olsa değineceğiz. Meselenin can alıcı yanı bu eğitim faaliyetleri üzerinden oluşan pazarın daha da büyüyeceğine olan güçlü bir inancın varlığıdır.Dünya Ekonomik Forumu'na göre, COVID-19 salgını nedeniyle dünya genelinde 1,382 milyar çocuk okul eğitimine devam edemedi. 60 milyonun üzerindeki öğretmen mesleğini okul ortamında gerçekleştiremedi. Öğrencilerin eğitimlerini sürdürmeleri, öğretmenlerin görevlerini yerine getirebilmeleri için uzaktan eğitim araçlarından başka bir seçenek kalmadığından bütün ülkeler, bu alanda sahip oldukları teknolojiyi devreye sokmak zorunda kaldı. Bu da gelişmekte olan pazara olan talebi daha da arttırdı. Global Market İnsights[3]’in raporuna göre e- öğrenme pazarı şu anda 200 milyar doları aşmış buluyor. 2026 için öngörülen pazar hacmi ise 375 milyar dolardır.
Bu rakamlar, uzaktan eğitim(bizim açımızdan öğretim) için öne sürülen pedagojik gerekçelerin ötesinde bir başka motivasyonun, kar etme güdüsünün belirleyici olduğunu göstermektedir. Yaşamakta olduğumuz durum, bu yatırımları gerçekleştirenler açısından bu yatırımların doğru ve karlı olduğunukanıtlayan deney durumundadır.
Yüz yüze eğitimi ortadan kaldırmak, okul gibi eğitimin özel mekânlarını anlamsız bulan bu anlayışa göre eğitim, sadece öğrenme, öğretme ve ölçme değerlendirmeden ibaret olarak görülmektedir. Oysa okul, ya da yüz yüze örgün eğitim, özellikle zorunlu eğitim yaşındaki çocuklar açısından da aileler açısından da daha kapsamlı özelliklere sahiptir.Okul, zorunlu eğitim kademesinde çocukların kendi yaş grubundaki akranlarıyla toplumsallaşmasını, toplumun farklı kesimlerinden gelen çocukların arasında uyumlu bir kişilik geliştirmesini sağlar. Okul sadece bilgi, değer aktarma, çocuğa gelecekte gerekli olanı ekleme ortamı değil, aynı zamanda onu aktif kılan edinme ve yapmaya da imkan sunar. Oysa okulun yerine geçirilmek istenen eğitimde belirleyici olan insanların biraradalığı değil, görüntü ve araçlardır. Görüntü ve araçlar üzerinden bir sosyalleşme, zorunlu eğitim sürecindeki çocuklar için eğitim modeli olarak düşünülemez.
Okul yaşamı ve öğrencilik kategorisi çocukların gelişme döneminin büyük bir bölümünü içerir ve insan yaşamında öğrencilik diye adlandırabileceğimiz bir dönem bulunmaktadır. Çocukların böyle bir yaşam içerisinde şekillenmesi, ailelerin yaşamlarını da ona göre düzenlemelerine neden olur. Çocukların daha çok evde bulunacağı bir eğitimde çalışan anne-babaların, işleri ile olan ilişkisi mutlaka etkilenecektir. Bunun nasıl bir sorun olduğu iş yerlerine devam etmekte olan aileler tarafından bu süreçte deneyimlenmiş durumdadır. Eğer çocuklar, sorunlu ailelere sahipse onların okul dışı eğitimden istenilen biçimde yararlanması çok daha zor olacaktır. Okul, imkânları sınırlı, sorunlu ailelerin çocukları ile kimsesiz çocuklar için daha fazla eğitim imkânı, yine aileleri açısından bu tür olumsuzluklara sahip çocuklara daha sağlıklı beslenme imkânı sunar.
Uzaktan eğitim araçlarına dayalı bir eğitimde çocuk evinde kalacağı için bu durum anne-babalardan daha fazla sorumluluk alması anlamına gelir. Eğer ebeveynler, çocuklarının eğitimi karşısında yeterli donanıma, bilgiye, beceriye sahip değillerse okul dışında gerçekleşecek eğitim istenilen sonuçları vermeyecektir.
Eğitimi okuldan eve taşımak, sanıldığı gibi kolay olmadığı gibi bugün üzerinde durulmayan başka sorunları da beraberinde getirecektir. Okul, bir toplumsal faaliyet alanıdır ve bu özelliğiyle çocukların birer toplumsal varlık haline gelmeleri, içinde yaşadıkları toplumun üyesi olarak toplumsal kimlik kazanmalarında merkezi role sahiptir. Eğitimin, okuldan eve taşınması gerektiğini ileri süren “uzaktan eğitimciler”inokulun bu rolünü, ortadan kaldırmaya dönük çağrıda bulunduklarının kesinlikle farkındadırlar. Yapılmak istenilen çocukların, öğretmen ve diğer öğrenci arkadaşlarıyla toplumsal bağlarının koparılması, onlarla geliştirdikleri özel sosyal, duygusal ilişkilerin ortadan kaldırılmasıdır.
Okul, öğrenmeye erişim için belirlenmiş kurallarla işler. Oysa eve taşınan eğitimde eğitime erişim, kaçınılmaz olarak alilerin durumuna bağlı olarak değişkenlikler içerecektir. Özellikle zorunlu eğitim aşamasındaki çocuklar için yüz yüze olmayan bir eğitim onları büyük ölçüde pasif alıcılar konumunda tutacaktır. Okul, sadece öğretmen ve öğrenci ilişkisini içermez. Belki en az bu ilişki kadar önemli olan çocuklar arasındaki ilişkiyi de içerir. Akranlar arasındaki bu ilişki onların toplumsallaşmasında günümüzde giderek önem kazanan bir ilişki olmuştur.
Yaşadığımız deneyime bir de öğretmen-öğrenci ilişkisi açısından bakmak gerek. Cevabını aramamız gereken sorulardan biri “uzaktan eğitim, okulda-sınıfta öğretmenle öğrenci arasında var olan hiyerarşik durumu ortadan kaldırmaz mı?” sorusudur. Çünkü Freire’nin öğretmen öğrenci ilişkisindeki geleneksel ilişkideki hiyerarşiye dönük eleştirisinin karşılık bulduğu, hiyerarşinin ortadan kalktığı gibi bir gerekçelendirmeyle sorulmaktadır.
Birincisi, eğitimi öğretmensiz düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla onun rollerindeki değişimi konuşmak başka bir şey onu değersizleştirmek, emeğini ucuz emek haline getirmek başka bir şeydir. Bugüne kadar eğitimde kullanılan bütün araçlar öğretmenin görevinde önemli değişimler getirmiştir. Ama hiçbiri onun varlığını kaldırmadığı gibi eğitimdeki merkezi konumunu ortadan kaldırmamıştır. Çünkü bu araçlar (kalem, tebeşir, bilgisayar vb) sadece onun görevini yerine getirmede yardımcı olmuştur.
İkincisi uzaktan eğitim araçlarıyla gerçekleşen eğitim faaliyetlerinde öğretmen sınıfta olduğundan daha fazla aktif konumda kalmaktadır. Çünkü sınıftaki iletişim hem öğretmen açısından, hem öğrenciler açısından i sınıfın bütünü içinde gerçekleşmekte. Sınıfta insanın gözü ve kulağı daima bütün ve parça ilişkisine aracılık eder. Oysa ekranlarda öğretmen sınıfta kurduğu bu ilişkiyi kuramamaktadır. Aynı durum öğrenci için de geçerlidir.
Freire’nin öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişki için öngördüğü durum hiyerarşinin ortadan kaldırılması değildir. İkisi arasındaki ilişkinin değişmesidir. Öğrenci ve öğretmen arasında bir eşitlikten söz edildiğinde Freire’nin tepkisi çok serttir: “Kendisinin öğrencileriyle eşit olduğunu söyleyen eğitimci, ya bir demagogdur ve yalan söylemektedir ya da yetersizdir.”[4] Eleştirel pedagoji açısından öğretmen “kenardaki rehber” değildir. Önemli olan eğitimdeki ilişkide öğretmenin tek ses durumuna düşmemesidir. Yaşamakta olduğumuz deneyim, öğretmeni ekranın öte tarafında durmaksızın bir konuşan, rol dağıtan bir varlık haline getirmektedir. Öğrenciyi ise daima ekranda kalması gereken varlık haline getirmektedir.
Burada şu soruyu sormak gerekiyor: Bizi değişime zorlayan, eğitimde değişiklik yapmamız gerektiğini dayatan şey nedir?
Bu değişimi bize dayatan, web tabanlı teknolojiler değildir. Bizi değişime zorlayan Covid 19 adlı virüs ve bu virüsün özellikleridir. Covid-19,doğrudan İnsanın yaşamına yönelik bir tehdittir. İnsan yaşamının tehdit altında olduğu durumlar elbette sadece bu tür salgın hastalıklardan ibaret değildir. Belki dünya genelinde olmasa da birçok ülkede, bölgede, doğal felaketler yaşanmakta ve bunun sonucu olarak aylarca eğitime ara verilmektedir. Bu tür felaketlerin etkilerini azaltmak, hatta insan yaşamını kurtarmak için nasılki teknolojiyi devreye sokuyorsak Covid-19 salgınında da yapılan aynı şeydir.
Teknoloji, felaketlerin tüm aşamalarında önemli rol oynar, insanları birbirine bağlar ve bilgilendirir ve hatta hayat kurtarır. Teknoloji, felaketlerden sonra okul ortamlarında toplanamayan öğrenciler için eğitime erişim imkânısağlayabilir. Öğrencilere zaman ve mekan kolaylığı da dahil olmak üzere önemli faydalar ve öğrenme fırsatları sunabilir. Okulların kapalı olduğu anlarda eğitime devam etmenin neredeyse tek aracı ya da araçları olabilir. Bunu yaşayarak deneyimliyoruz. Eğer Dünyada ve doğal olarak ülkemizde Covid -19 salgınını önleyecek kalıcı çare üretilemezse belki de eğitim yıllarca tümüyle bu teknolojiler üzerinden sürdürülecektir. Çünkü söz konusu olan insanın yaşam hakkının korunması olduğuna göre insanlar tehdidi ortadan kaldırmak, savuşturmak, etkisiz kılmak için en rasyonel değişimi yapmak zorundadırlar.Dijital teknolojilerin bu kadar etkin hale gelmesi, teknolojinin kendisinden değil, tehdidin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yaşamakta olduğumuz süreç bir olağanüstü dönemdir. Deneyimlemekte olduğumuz şey olağanüstü dönemde eğitimin nasıl sürdürülmesi gerektiğiyle ilgili bir konudur.Bu süreçteki eğitim deneyimimizi olağanüstü dönemlerde eğitimin sürdürülmesi bağlamından kopardığımızda, zorunlu halleri, olağan hale çevirmek isteyen bir zihniyetle karşı karşıya kaldığımızı görmekteyiz. Ortaya pedagojik gerekçeler sürülmüş de olsa, bu gerekçelerin altı kazındığında görülecek olan milyarlarca doların söz konusu edildiği bir pazarın motive ettiği düşüncelerden başka bir şey değildir.
Deprem gibi sel gibi doğal felaketler etkisini daha çok insanın kullandığı araçlar ve mekanlar üzerinden gösterir. Deprem ya da sel doğrudan bizim canımızı hedef almaz. Bu nedenle bu tür felaketlerle mücadelede bizi tehdidi taşıyacak olan binaya, yerleşim planlarına, kent alt yapısına yoğunlaşırız. Oysa Covid-19 gibi salgın hastalıklar doğrudan insanın kendisini tehdit eder. Bundan dolayı da çözümü doğrudan kendimiz üzerinden geliştirmek durumunda kalırız. Eğer bugün evlerimize kapanmak durumunda kalıyorsak, gündelik yaşamamızın gerektirdiği toplumsal ilişkileri kurmaktan kaçınıyorsak bunun nedeni karşılaştığımız felaketin, olağanüstü durumun farklılığından kaynaklanmaktadır.
Başta belirttiğim üzere kriz dönemlerinde bu durumdan faydalanmak isteyen, kendi çıkarlarını kalıcılaştırmak isteyenler olacaktır. Biz eğitimle ilgili taleplerimizi, değerlendirmelerimizi doğrudan bunlara bakarak değil önce insanın yaşamını tehdit eden Covid-19 salgınını dikkate alarak yapmak durumundayız. Bunu yapmak diğerini görmezlikten gelme sonucunu doğurmaz.
[1] Bu metin, 6 Haziran 2020 tarihinde İstanbul Felsefe Kulüpleri Platformunun düzenlediği “Pandemide Uzaktan Eğitim Olanaklar ve Riskler” konulu online panelde yapılan konuşmaya dayanmaktadır ve orada sorulan soruların yazılı cevaplarını içermektedir.
[4] (Akt) Mclaren, Peter(2006) Che Guevera, PauloFreire ve Devrimin Pedagojisi (Çev:HaleAlpmen), s.205, Kalkedon Yayınları, İstanbul.