eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji

65 Kostas Skordoulis & Gianna Katsiampoura (Çeviri)

PANDEMİ, KAPİTALİST SALDIRI VE İŞÇİ SINIFI: YUNANİSTAN’DAN BİR BAKIŞ

 

Kostas Skordoulis & Gianna Katsiampoura

Çeviri: Yasemin Tezgiden Cakcak

Korona virüs krizi kapitalizmin çelişkilerinin ve pisliğinin altını çiziyor. Covid-19 hayvandan insana geçen ilk virüs olmadığı gibi son yıllarda ortaya çıkan ilk pandemi de değil. Her ne kadar küresel olarak insanlığı tehdit etmiş olsalar da SARS ve domuz gribi gibi önceki pandemiler insan yaşamı üzerinde korona virüsü kadar korkunç bir etki yaratmamıştı.

Doğal çevrenin sömürülerek ekosistemlerin yok edilmesi hayvanlardan insanlara virüsün geçmesine neden oluyor. Kapitalist düzendeki modern yaşama biçimi de virüsün bulaşmasını artırıyor. En yüksek enfeksiyon oranlarının insanların üst üste yaşadığı, yetersiz toplu taşıma hizmetlerini kullandığı ve kafes gibi iş yerlerinde çalıştığı modern kent merkezlerinde olması tesadüf değil.

Tüm dünyada üst sınıfın pandemiye tepkisi öncelikle kendi kârını korumak biçiminde oldu. Bu durum Belçika ve İtalya gibi ülkelerde daha da açık bir hale geldi. Brüksel ve Lombardiya (Bergamo, Brescia ve Milan) gibi güçlü sanayi ve ekonomik merkezleri virüs yükselmeye devam ederken bile çalışmaya devam etti. Bu durumun ABD ve İngiltere’nin izlediği “sürü bağışıklığı” planı ile arasında pek bir fark yoktu. Özellikle 100 binden fazla ölümün yaşandığı ABD’deki durum çok trajik. Ölenlerin büyük bölümü toplumun en yoksul kesiminden gelen insanlar, Afrika kökenli Amerikalılar, Latin Amerika kökenli Amerikalılar. Sadece parası olanların erişebildiği Amerikan sağlık sisteminin çukuruna atılmış kişiler. Tüm vakaların ortak noktası aşırı neoliberal doktrin içinde, yani güçlü olanın sağ kaldığı sistemde ortaya çıkmış olmaları.

Dünya çapında sağlık sistemleri ücretsiz olmadığı sürece bunun tüm nüfus üzerinde trajik etkisi olacaktır. Mali olarak yeterince desteklenmeyen sağlık sistemleri pandemi ile baş edemez. Yerlere göklere sığdırılamayan özel sektör ise kâr elde etmediği sürece düzgün bir sağlık hizmeti vermek konusunda son derece başarısızdır.

Tüm dünya ekonomileri ciddi bir sarsıntı geçirmiş durumda. Küresel ekonomi yeni bir durgunluk ile karşı karşıya. 2008 krizinden yaklaşık on beş yıl sonra kapitalizm bir kez daha aynı sorunlarla, hatta daha da kötüleriyle karşı karşıya. Korona virüs pandemisi dünya ekonomisinde zaten var olan sorunları daha da artırıyor. Bu dönemde emperyalist ülkeler arası rekabetin kızışma ihtimali de yok değil.

Aynı zamanda başkaldırılar ve işçi mücadeleleri de her yerde hız kazanıyor. ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi haftalar süren görülmemiş bir başkaldırıya neden oldu. Devlet ırkçılığı nedeniyle siyahların öfkesi dolup taştı,  başkaldırı ırksal çizgiyi aşıp siyahları, Latin kökenlileri ve beyaz işçi sınıfını bir araya getirdi. 2008 krizinin bedelini ödeyenler, pandemide en ağır bedelleri ödeyenler, sermayedarların kârının, devletin şiddet ve ırkçılığının bedelini ter ve kanlarıyla ödeyenler ayağa kalkıp “Daha fazla dayanamayacağız!” diye haykırıyor.

Elbette ABD’deki isyan gökten zembille inmedi. Öncesinde Fransa’da iki ay süren bir grev yaşandı. Bu grev Mayıs 1968’te yaşanan grevden daha uzun sürdü ve emek mücadelesinin bir aracı olarak grevlerin son bulduğuna dair vaaz verenlere bunun patronların boş bir arzusundan ibaret olduğunu gösterdi. Şili’de, Ekvator’da, Lübnan’da, Hong Kong’ta ve Cezayir’deki ayaklanmalar ile Irak ve İran’daki geniş halk hareketleri zihnimizde hâlâ taze. Kısacası başkaldırı ve genel grevin hayaleti dünyanın tüm kıtalarında yeniden canlanıyor.

Ne var ki toplumsal kutuplaşmanın bir ucunda dünyanın dört bir yanında baş gösteren isyanlar, grevler, faşizm karşıtı hareketler, küresel feminist hareket ve çevre mücadeleleri varken kutbun diğer ucunda da aşırı sağın, ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro türü hükümetlerin yükselişinin yanında Avrupa Birliği’nin mülteci ve göçmenlere yönelik ırkçı politikaları ile daha esnek çalışma şartları getiren neoliberal reformlar hüküm sürmeye devam ediyor.

Pandeminin ve işaret ettiği krizin sermaye sahipleri tarafından sömürü ve emekçilerin ezilmesini artırmak için kullanılacağına şüphe yok. COVID-19 pandemisi patronların bir kez daha “krizi fırsata dönüştürmeye” çalıştıklarını gösteriyor. Bir başka deyişle, emek sömürüsünün sonu olmadığını söyleyebiliriz. Halihazırdaki geniş işsiz kitlelerine hızla yenileri ekleniyor. Ekonominin her sektöründe pandeminin ilk günlerinden başlayarak işten çıkarmalar başladı. İşsiz ve sigortasızların büyük bölümü devletin onların sağlığına göstereceği “duyarlılık”tan medet umar durumda. Bu yüzden de yaşayabilmeleri için gereken bir ücret alabilmek için herhangi bir çalışma koşuluna boyun eğmeye hazır. Her gün işyerlerinden gelen onlarca şikâyet okuyor, hakları ihlal eden işçilerin çığlığını duyuyoruz. Canavarın hâlâ orada olduğunu ve insanlığın bir bütün olarak kurtuluşunun işçi sınıfının örgütlü mücadelesine bağlı olduğunu çok iyi biliyoruz.

Coğrafi olarak çok yakınındaki İtalya örneğini izleyen ve ulusal sağlık sisteminin nasıl çöktüğünü gören Yunanistan’da insanlar virüsün kontrolsüz bir biçimde yayılacağı korkusuyla karantina önlemlerini kabul ettiler. Bu nedenle Yunanistan’da ölüm oranları düşük. Bu durumun, neo-muhafazakâr hükümetin elde ettiğini iddia ettiği başarı ile bir ilgisi yok. Yunanistan’da salgının başladığı dönemin bulaşmayı hızlandıracak bir dönem olmamasının, o sırada turist trafiğinin az olmasının ve ülkenin transit yolcular için bir durak niteliği taşımamasının da etkisi var. Hükümet tüm branşlardan kalıcı personel almayı tercih etmeyerek ulusal sağlık sistemini etkin bir biçimde desteklemeyi reddetti. Bunun yerine salgının başından itibaren temel kaygısı özel tıbbi kliniklerin çıkarına hizmet etmek oldu. Yeni tıbbi ekipman siparişi verilmediği gibi daha fazla yoğun bakım ünitesi de açılmadı. DSÖ’nün yönergelerinin tersine, karantina döneminde tüm nüfusu kapsayacak yaygın bir virüs testi yapmayarak istatistiklerin düşük görünmesini sağladı.

Pandeminin ortaya çıkışı ile birlikte toplumdaki ırkçı refleksleri harekete geçirme çabaları ortaya çıktı. Toplum dışına itilen grupları, özellikle göçmenleri ve Romenleri, virüs taşıyan kişiler olarak suçlamak için ciddi bir çaba sarf edildi. Elbette ki enfeksiyon vakalarının büyük çoğunluğunun yurtdışından geldiği göz ardı ediliyordu.

Bu zor ve eşi benzeri görülmemiş koşullarda kapitalizm karşıtı sol sağlam bir şekilde ayakta durdu. Kısıtlama önlemlerine uyulmasının sebebi, hükümetin kararlarına boyun eğilmesi değil, insan yaşamına saygı ve özellikle toplumun en savunmasız kesimleriyle dayanışma arzusuydu. Yine de mücadeleden vazgeçilmedi. Sol, ihtiyacı olan herkesin yanında yer aldı. Mülteci kamplarında, sağlık çalışanlarının grevlerinde, 1 Mayıs grev ve gösterilerinde vardı (üstelik de karantina önlemleri henüz kaldırılmamışken).

Küresel ve yerel açıdan bakıldığında gelecek kasvetli görünüyor. İşten çıkarmalar, keyfi kararlar ve şantaj günlük yaşamın kuralı olmuş durumda:

 - “Her zamanki gibi işine devam eden çevrelerde” “teleperformans” denilen bir iletişim yöntemi izleniyor; yani çalışanların evleri iş saatleri sırasında kamera ile izleniyor.

- Telekomünikasyon OTE Grubu tarafından hastanelere 2 milyon Euro bağışlandı. Sözde kamu sağlığını ne kadar önemsediğini göstermek isteyen şirketin çalışanlarına verecek dizüstü bilgisayarı yok ve onları bu koşullarda çalışmaya ya da sahte sağlık raporu almaya zorluyor.

- Hava alanında çalışan 400 personel cep telefonlarına gönderilen bir mesajla işten çıkartıldıklarını öğrendi.

- “Blueground” Emlak Grubunun CEO’su kişisel LinkedIn hesabı aracılığıyla 130 çalışanın (çalışanların dörtte birinin) işten atıldığını duyurdu. Ama başka şirketlere onların iyi birer çalışan oldukları için işe almalarını tavsiye ederek kendini temize çıkarmaya çalıştı.

- ELTA Kargo şirketinin çalışanları, çalışma arkadaşlarının birer birer hastalandığına ve işveren tarafından hiçbir koruyucu önlem alınmadığına şahit oluyorlar.

- Tüm çocukların bilgisayara ve internete erişimi olmamasına rağmen öğretmenler uzaktan eğitim vermeye çalışıyorlar. Özel okullarda ise ciddi ücret kesintileri var.

Ve liste bu şekilde devam edip gidiyor.

İşçi sınıfının büyük bölümü için “evde kal” demek hiçbir anlam ifade etmiyor. İmalattan, depolamaya, gıda nakliyesinden, enerji üretimine, sağlık hizmetlerinden çöplerin toplanmasına kadar birçok ihtiyaç için yüzbinlerce işçiye ihtiyaç var ve onların evden ya da bilgisayardan çalışmalarına imkan yok. İşçi sınıfı evde kalamaz. Kendi yaşamını riske atarak kriz içindeki toplumun sürekliliğini sağlamaya çalışır. Yani toplumun çökmesine izin vermeyen kapitalist hükümet değil, işçi sınıfıdır.  Kapitalist devlet toplumun temel ihtiyaçlarını gideremez çünkü onun amacı özel sermayenin devamlılığını sağlamaktır. Mesele hükümetin beceriksiz olması değildir, başka bir amaç için orada olmasıdır. İşte bizim de mücadele etmememiz gereken şey budur.

Bu şirketlerin kârlarını paylaşmadığımız gibi kayıplarını da paylaşmayacağız. Onlar ile “ortak bir mücadelede hep beraber” değiliz. Bu koşullarda işçi sınıfı olarak birlikte hareket etmezsek pandemiyi önleme ve tedavi etme bahanesiyle haklarımızın gasp edildiğini göreceğiz.

Elbette sınıfımızı korumak için sağlık çalışanlarının önerilerini yerine getiriyoruz, ama aynı zamanda da sendikalar ve işçi sınıfı örgütleri patronlara direnmek için yeni eylemler örgütlemelidir ki maaş, ücret, iş kaybı yaşanmasın. Hem korona hem de işverenlerin açgözlülüğüne karşı işçileri koruyacak önlemleri almalı ve genişletmeliyiz.

İşçi sınıfının ayakta durmasını sağlamak zorundayız çünkü patronlar işçi sınıfı tarafından karantinaya alınana dek toplumu ayakta tutan işçi sınıfının ta kendisidir!

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz