eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji

64 ERSİN EREN AKGÖZ

BİLİM ve BİLİMSEL BİLGİ

Ersin Eren AKGÖZ*

Bilim Nedir?

İnsanoğlunun aklını kullanarak çevresinde, dünyada ve çevresini saran evrende olup bitenler hakkında düşünmesi, tabiat olayları ve sosyal hayat ile ilgili bilgi sahibi olması ve bu bilgileri gelecek nesillere iletmesi, bilim ve felsefe ile olmuştur. Bilimin ne olduğunu anlayabilmek öncelikle felsefenin temel sorunlarına göz atmak faydalı olacaktır. Felsefe (philia ve sophia) bilgelik sevgisi anlamına gelir. Bilgelik sevgisi temel anlamıyla insanoğlunun doğal ve sosyal varlıklar hakkında geçerli, güvenilir ve erdemli bilgilere ulaşma isteğinde olması demektir. Aristoteles’in belirttiği gibi felsefe, var olanların ilk temellerini ve unsurlarını araştıran bir bilgidir. İnsanoğlu, felsefe disiplini ile doğal ve toplumsal dünyayı anlamaya ve varlıklarla ilgili doğru bilgileri bulmaya çalışır. Bu çabalar doğrultusunda insanoğlu felsefe disiplini ile önemli ve değerli bir bilgi birikimi oluşturmuş ve bu birikimler sayesinde doğayı ve toplumsal dünyayı şekillendirmeye çabalamıştır. Bunun sonucunda önemli bir kültürel birikim oluşturduğu kabul görmüştür(Arslan, 2012). Felsefenin araştırma alanı varlık ve bilgi sorunsalıdır. Doğa veya toplumsal dünyada, varlık ve varlığın bilgisi arasında birebir ilişkinin mümkün olup olmadığı problemi, felsefecileri en çok uğraştıran konuların başında gelmektedir. Felsefe en geniş tanımıyla “özne” ile “nesne” arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışan bir çalışma sahasıdır. Peki, özne nesneyi bilebilir mi? Diğer bir deyişle insan, dış dünyayı bilebilir mi? Öznenin nesneyi bilebilmesinin sınırları var mıdır? Burada tabi ki özne ile nesne arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için felsefenin iki alt disiplinine başvurmak gerekecektir. Bunlar varlık ve bilgi felsefesi alt disiplinleridir(Çüçen, 1999). Fakat biz bu konuda daha yüzeysel bir kontekstte konuyu felsefe ve bilim ilişkisi boyutunda değerlendirerek, “Bir kavram olarak bilim nedir?”,  sorusuna yoğunlaşacağız. Varlık felsefesi (ontoloji) ile bilim birçok yönden ayrılmaktadır. Arslan (2012) varlık felsefesi ile bilimin ayrıldıkları yönleri şu şekilde sıralamaktadır; bilim gözlem ve deneye dayalı çözümlemeler yaparken, varlık felsefesi maddesel ve zihinsel boyutlardan çözümlemelerle varlığı ele almaktadır. Bilim, nesnel gerçekler ararken, varlık felsefesi varlığın özüne ait araştırmalar yapar ve özün ne olup ne olmadığıyla ilgilenir. Bilim, bütün - parça ilişkisinde bütünün parçalarıyla ilgilenirken, varlık felsefesi; her ikisi boyutu da kendisine konu edinir ve eşit olarak değerlendirir.  Bilim bir problem çözme yöntemi iken, varlık felsefesi; sorun çözüldükten sonra bile çözülmüş sorular üzerine sorular sormaya devam eder ve bilimin varlıkla ilgili yaptığı çözümlemeleri yeterli görmez.

Çüçen’ e (1999) göre; bilgi felsefesi (epistemoloji); bilginin referansını, doğruluğunu, sınırlarını ve özelliğini ele alır. Bilgi felsefesinin en temel sorunu, bilgiyi bilen özne ile nesne arasındaki ilişkinin nasıl oluştuğudur. Bu kontekstte bilgi felsefesi, neyi bilebiliriz, nasıl bilebiliriz ve hangi yol ve metotlarla biliriz sorununu analiz etmeye çalışır. Bilgi felsefesinde bilgi türlerini; gündelik bilgi, dinsel bilgi, sanat bilgisi, felsefi bilgi, bilimsel bilgi olarak sıralayabiliriz. Her bilgi türünün insanlığın gelişimi için özne ile nesne arasındaki ilişkiyi anlamlandırmada önemli birer kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Burada bilimsel bilgiye bir parantez açarsak; esas itibarıyla fiziksel ve toplumsal dünyanın reel bilgisine ve herkes tarafından geçerli olarak kabul edilebilen açık-seçik, analiz edilebilen bilgilere ulaşılabileceği anlayışına dayanır. Bu perspektiften bakıldığında, bilim ile felsefe arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.  Holz’ a göre;  görünen, bir evren ilişkisinin ifadesidir; yani görüngünün biçiminin usun önsel belirlemesiyle ortaya çıkarıldığının yanı sıra bilginin öyle oluşunu nesnelerin düzenlenişi belirler. İki kıyasta bilgi felsefesinde bilginin kaynaklarına işaret eder. Arslan’ a (2012) göre; “felsefesiz bir bilim kör, bilimsiz bir felsefe ise boş bir uğraştır”. Bilim ve felsefe arasındaki ayrımı ortaya koyduktan sonra, şimdi bilim kavramının tarihsel süreçteki gelişimi ile birlikte kavramsal olarak bir tanımını yapmaya çalışalım. Bilim kavramı, tarihsel olarak süregelen tartışmalarla şekillenmiş ve düşünce tarihinin ilk zamanlarından itibaren bilinen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk çağ düşüncesinde, Grekçe’ de mathesis ve Latince’ de scientia olarak literatürde görünen bir terim, bir kavramdır. Ancak bugünkü anlamda kullanılan bilim kavramının, mathesis ve scientia diye telaffuz edilen eski araştırmalardan ayıran özelliği, sistemli bilgi elde etmesi ve bir çalışma alanı olmasıdır (Özlem, 2009). İnsanoğlu var olduğu günden itibaren, içinde bulunduğu hayatı, çevresini kuşatan evreni ve sosyal olayları anlama çabası içinde bulunmuştur. Varlığı anlama ve yaşamı anlamlandırma çabaları (hem felsefi hem de bilimsel çabaları) insanoğlunun dünyadaki macerasını şekillendiren en temel etkenlerin başında gelmiştir. Dünyada hayatını kolaylaştırma, geçmişi ve geleceği anlamlandırma çabası içerisinde olan insanoğlu devamlı öğrenmeye ve bilgi edinmeye gayret etmiştir. Bu gayretleri sonucu insanoğlu bir birikim oluşturmuş ve bu birikim tarihsel süreçte nesilden nesile aktarılarak süregelmiştir. Bu insanlık mirasında Asteklerden Babil’e, Sümerlerden Perslere, Yunan’dan Roma’ya ve daha sayamadığımız birçok topluluğa ait katkılar bulunmaktadır(Kaptan, 1998). İnsanoğlu hayatı, çevresini ve kendisini kuşatan evreni anlamak için genelde üç yol izlemiştir. Bunlar; deneyim, akıl yürütme ve araştırmadır. Bu yollar bitişik veya birbirlerini tamamlayan olarak görülebilmektedir. Bu yollarla insanoğlu biriktirdiği bilgiler ışığında Aristo  Tümdengelimi ve Bacon Tümevarımı ile hipotezler oluşturup, veriler toplayarak spesifik bilgileri ampirik deneylere tabi tutmuşlar ve sistemli gözlemler yoluyla nesnel bilgiler oluşturmuşlardır(Balcı, 2011). Bugünkü ismiyle çağdaş batı medeniyeti 16. yüzyıldan itibaren bilgi birikimini toplamış ve pozitif bilim dediğimiz alanda dünyanın seyrini değiştirecek buluşlarla insanlık medeniyetine katkılar sağlamıştır. Galileo’ nun bulduğu eylemsizlik prensibi ve bu bulgularla beslenen Newton’un öncülüğünü yaptığı mekanik fizikçiler, artık evreni ve evrendeki tüm problemleri tamamen çözebileceklerine ve hatta evreni ele geçirebileceklerine inanmışlardır. Newton’un temelini attığı fizik bilimi çerçevesindeki bilimsel araştırma yöntemlerinde; “Eğer biz nedenleri bilirsek her şeyin çözümüne ulaşabilir ve evrenin bütün sırlarını çözebiliriz anlayışı egemendi. Bu bilimsel araştırma anlayışıyla; yanılmaz ve kesin doğruların varlığına ve evrenin tüm sırlarının çözülebileceğine inanılmaya başlanmıştır.” Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman değişmeyecek kesin ve değişmez doğruların elde edilebileceğini iddia eden bu bilim görüşüne pozitif bilim denmiştir. Günümüzde birçok kavram ve tanımlama, hala pozitif bilim anlayışıyla yapılmaktadır. Pozitif bilim yaklaşımında bilimin taşıması gereken özellikler vardır. Bu özellikler; nesneldir, mantıksaldır, genelleyicidir, sağlam ve değişmez gerçeklerdir, tutarlı ve kalıcıdır. Tarihsel perspektifte bakılınca pozitif bilim, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında yerini daha farklı ve değişik görüşlere bırakmıştır. Capra’ ya (1991) göre pozitif bilim yaklaşımındaki değişimde katkısı olan bilim insanları arasında Albert Einstein ve Maks Plank da vardır. Bu bilim insanları pozitif bilimin değişmez ilkeleri ve doğrularının kesin olmadığını ve bilimsel bilgide objektifliğin değil subjektifliğin var olduğunu ortaya koymuşlardır. Einstein’in “Rölativitesi” ve Maks Plank’ın “Kuantum Fiziği” insanlığın bilim anlayışını farklı bir doğrultuya yönlendirmiştir. Şöyle ki; bilimsel bilgilerin kesinlik değil olasılık belirttiğini, “makro” ve “mikro” seviyelerde nesnelliğin olmayacağını çalışmalarında göstermişlerdir.

Bilim, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde; evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim olarak tanımlanmıştır. İkinci bir tanım olarak, genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü bir tanım da, belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma sürecidir(www.tdk.gov.tr. Erişim tarihi: 3 Mart 2020). Bilim; kaynaklarda “nesnel sağlamlığı olan bilgiler bütünü”, “neden sonuç ilişkilerinin ifade edildiği sistemli bilgiler birikimi, “insanoğlunun biriktirdiği, kaydedilmiş sistematik bilgi” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Karasar’ a (2010) göre; bilimin ayrıntılı bir tanımını yapmak yerine “geçerliliği kabul edilmiş sistemli bilgiler bütünü” olarak tanımlamakla yetinilebilir. Bilimin işlevleri; anlama ve betimleme, açıklama ve kontrol olarak sıralanabilir.  Kaptan’ a (1998) göre bilim; evreni anlayabilme ve insanı etkileyen kuvvetleri kontrol altına alabilme gibi, farklı iki ihtiyaca da cevap vermek üzere, kazanılan bilgi ve yürütülen sistemli bir bilgi üretme etkinliği olarak tanımlanabilir. Bu sebeple bilim, hem bilgi, hem de bilgiyi ortaya koyma işidir. Bilgi olarak bilim, test edilmiş, kanıtlanmış olayları, olguları ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklamak için geliştirilmiş kuramları, ilkeleri ve yasaları içermektedir.  

Bilim, ilgili literatür ile ilişkilendirilerek şu şekilde tanımlanabilir. Evreni, evrensel yasaları, doğal olayları ve insan davranışlarını ve tüm bunlar arasındaki ilişkileri olduğu gibi ortaya koymayı amaçlayan betimlemeli bir etkinlik ile bunları yorumlayarak anlamlandırma çabası ile genellemeler içinde tanımlamaya çalışan, var olan deneyimler ve mevcut verilerle geleceğe dair kestirimler yapabilme faaliyetlerini içeren yordamlı ve kontrollü bir etkinliktir.

Bilimsel Bilgi

        Bilimsel bilgi veya araştırmaya dayalı bilginin nitelikleri aşağıdaki başlıklarda toplanabilmektedir;

  1. Nesnellik: Hem bir prosedür hem de bir özelliktir. Nesnellik; sadece bir anlam ya da yorumun yapılabileceği veri toplama ve analizi yolları anlamındadır.
  2. Tamlık: Kullanılan dil teknik bir dildir. Kavramlar genel anlamları dışında tam anlamlarına bürünürler.
  3. Doğrulama: Bilimsel bilgi özde toplumsal bir girişim olup toplumsal eleştiriye de açık olmalıdır. Bu eleştiriye ise “doğrulama” denir.
  4. Basit Açıklama: Araştırma sonuçları basit bir şekilde açıklanır. Genel olarak açıklama ya da ifadeler bir kuram ya da analitik genellemeler biçiminde olabilir.
  5. Ampirizm: Bilimin yol gösterdiği ampirik tutum ve yaklaşımlarla bilimsel bilgiler oluşturulur.
  6. Olasılık Düşünme: Bulgular kesinlik göstermez, aksine olasılıklı bilgiyi anlatır.(McMillan ve Schumacher, 1984,5; Akt; Balcı, 2011).

Yukarıdaki özellikler ile anlıyoruz ki; bilimsel bilgi denetlenebilir, nesnel ve kendine has kavramları içeren özellikleri barındırır. Yani epistemolojik olarak, rasyonalite, mantıksal düşünme, ampirik tutum ve yaklaşımlar ile genel geçer yasalar bilimsel bilgi için olmazsa olmazlardır. Fakat tam da bu noktalardan başlayarak bilimsel bilgiye eleştiriler gelmektedir. Bunların başında Thomas Khun’ un “bilimi, bilim olmayandan yöntemi ayıramaz” tespitidir. Ayrıca Paul Feyerabend konu ile ilgili, “bilimsel bilgi her zaman için fragmantal, kısmi, parçalı, tikel bir bilgi olarak kalır” diyerek, bilimsel bilginin ilgili konu alanını hiçbir zaman tam ve eksiksiz olarak karşılamayacağına işaret etmiştir(Özlem, 2009).

Marksist perspektifte, bilim ve gerçeklik ilişkisinin toplumsal koşullarca dolayımlandığı tezinin güç kazanmasıyla, benzer bir yaklaşım, bilginin içine gömülü olduğu kültüre ya da hayat tarzına göreceli olduğu tezi üzerine oluşturulmuş; konvansiyonalist yaklaşım da bilimsel bilgi bağlamında ön plana çıkmıştır. Bilimsel bilginin de ‘göreceli’ olabileceği düşüncesi tartışılmaya açılmıştır. Bu durumda, bilimsel bilginin analiz edilmesi ve bu bilginin göreceli olduğu etkenlerin göz ardı edilmeleri bilimi ve bilimsel bilgiyi ya da bilimin başarısını anlama çabalarını eksik bıraktığı tezi, asıl incelenmesi gerekenin bilimsel bilginin üretim sürecindeki sosyal boyut ve diğer bilişsel olmayan etkenlerdir tezi ile birleşmektedir. Bilimsel bilginin bütün sorunları çözeceği vaadi pozitivist kökenli bilim imgesinin, her alanda refah getireceği tezi “totalitarizm” ve “nükleer savaş” korkusunun gölgesinde sarsılmış, böylece moderniteye eleştiriler başlamıştır ve buna karşıt olarak geçerli yaklaşım ancak bilimsel bilginin hermeneutiği (yorum bilgisi) olacaktır(Anlı, 2011). Parçaları anlamak için bütüne, bütünü anlamak için parçalara başvurmak zorundayız. Hans George Gadamer, gerçekliğe yaklaşmanın olanaklı olduğuna inanmakla birlikte aslında böyle bir kendiliğin olmadığı ve ortak bir geleneğin bunu mümkün kıldığı görüşündedir(Topakkaya, 2004). Bilim, özellikle insanları anlamak için soyutlama ve parçalama yöntemlerini kullandığı için bu konuda yetersiz kalmıştır. Doğa bilimlerinin indirgemeci yaklaşımı insanı madde düzeyine indirmiştir. Bu noktada yetersiz kalan yöntemlerden dolayı bilim insanları insana bakışı ve bakış açılarını yönlendiren yöntemlerini değiştirmek zorunda kalmışlardır(İnam, 1986). Hermeneutik geleneğe göre, tarafsız bilgi olmadığını, önyargısız insan olamayacağı gibi nesnel bilginin de olamayacağını dile getirmiştir. Nesnellik sadece zihinde var olan bir gerçeklik olarak görülmektedir(Özlem, 2009).

 Bilim üretilen araştırma merkezlerine ve üniversitelere, kapitalist sistemin birer parçası oldukları eleştirileri yöneltilmektedir. Bu eleştiriler kaynağını, araştırma merkezlerinin ve üniversitelerin kaynaklarının kapitalist sistem tarafından karşılanmasından almaktadır. Bundan dolayı, araştırma merkezleri ve üniversiteler kapitalist sistemin istediği araştırmaları ön planda tutarak, kendisinin dışında olanlara çok daha az önem verilmesi ya da hiç çalışma yapılamaması gibi durumları ortaya çıkmaktadır. Dış eleştirinin olmadığı herhangi bir alanda iç eleştirilerin de sağlıklı oluşması kolay görünmemektedir. İç ve dış eleştiriyi görmezden gelme veya ortadan kaldırma çabalarının bilime herhangi bir katkısının olmayacağı da aşikârdır. Böyle bir ortamın oluşturulması ve oluşturulma koşulları bilim insanlarının temel kaygıları arasında olmalıdır(İnam,1986).

Yukarıdaki tüm veriler çerçevesinde, modern bilimde, bilimsel bilgi kavramının bilim insanından ayrı düşünülemeyeceği ve bu bağlamda bilim insanının önyargılarından da tam bağımsız olmadığı söylenebilir. Bilimsel bilginin nesnelliğinin tartışmalı olmasının yanında nesnel olmadığının kabul görüldüğü anlaşılmaktadır. Bilimsel bilgi üreten kurumların özgürlük ve özerklik alanları ile ilgili tartışmalar devam ederken, üretilen bilimsel bilginin nesnel olduğunu söylemek oldukça zor görünmektedir. Bilim insanları, sosyal ve ekonomik hayattan kopuk olmadıkları için kapitalist üretim merkezlerinin kendilerinden beklenen bilimsel çalışmaların ne kadar uzağında bilgiyi oluşturdukları durumu tartışmaya açık bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Sosyal ve ekonomik hayatın neredeyse her alanına sirayet eden kar amacı, bilimsel bilgi üreten örgütlerin de amaçlarının başında yer almaktayken; bilim insanlarının çalışmalarının da bu amaçtan kopuk olması beklenmeyen bir son olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim insanlarının önyargılarından bağımsız, sanayinin veya kapitalist üretim merkezlerinin güdümünden uzakta bilimsel bilgiyi üretmedikleri açık bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim insanlarının önyargılarını kabul ederek, onlarla uzlaştıktan sonra araştırma çabaları içine girmeleri ve böylece bu kontekstte ortaya çıkan bilginin de kendinden kopuk olmadığı ileri sürülebilir. Bilim insanları hem dış hem de iç eleştirilere açık olmalı, tartışmalarla birlikte bilginin çoğaldığını göz ardı etmemelidirler. Bilim insanları bilimsel araştırmalarını herhangi bir kaygı duymadan yapabilmelidir. Bilim ve bilimsel bilgi, kendi içindeki öz eleştiri mekanizmalarıyla beslendikçe ve bu öz eleştirileri dikkate alan bilim insanlarının çabalarıyla gelecek nesillere çoğalarak aktarılmaya devam edecektir.

Bilimsel bilgi ile yaşamın iç içeliği yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilimsel bilgi günlük yaşantımızda vazgeçilmez olmuş ve hayatımızın önemli parçası haline gelmiştir. Tarihsel kökenini aşmış elit tabakanın uğraş alanı olmaktan ziyade insanlığın yaşamını kolaylaştıran temel bir rol olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim hayatın diğer alanlarından kopuk gelişmemelidir. Sanat, kültür, edebiyat, ahlak, felsefe gibi alanlar insani değerler üreten ve insanı insan yapan özeliklerden beslenir. Bu anlamda bilimsel bilgi, insanın sosyal yönünü de gözeterek ve bununla birleşerek hayatı daha yaşanabilir duruma getirmelidir. Bilimsel bilginin, insana değer katan ürünlerin yanında silahlar, atom bombaları gibi insanlık tarihinde unutulmaz yaralar açtığı göz ardı edilmeden tartışılmasına devam edilmelidir.

Yararlanılan Kaynaklar

ARSLAN A, Felsefeye Giriş,  Adres Yayınları, Ankara, 2012.

ANLI Ö.F, Sosyal Bir Fenomen Olarak Bilimsel Bilgi, Felsefe Ve Sosyal Bilimler Dergisi,  Güz, Sayı:11, s:53-78, 2011.

BALCI A,  Sosyal Bilimlerde Araştırma, Pegem Akademi, Ankara, 2011.

CAPRA F, Fiziğin Taosu, Çev. Kaan Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1991

ÇÜÇEN A. K, Felsefeye Giriş, ASA Kitabevi,  İstanbul, 2001.

HOLZ H.H, Felsefe, Bilim, İdeoloji, (Ankara Üniversitesi, Eğitim Yönetimi Programı Araştırma Yöntem Teknikleri Ders Notları).

İNAMi A. Bilimi Eleştirmek, Elektrik Mühendisliği Dergisi, Sayı: Nisan-Mayıs, s:330-331, 1986.

KAPTAN S, Bilimsel Araştırma ve İstatistik Teknikleri, Tek Işık Ofset Tesisleri, Ankara,1998.

TOPAKKAYA A, Felsefi Hermeneuetik, Felsefe Ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:4, s:75-92, 2007.

ÖZLEM D, Günümüzde Bilim ve Bilim İnsanı, 4. Lisansüstü Eğitim Sempozyumu Bildiriler, Ankara, 2009.

Gazi Üniversitesi Eğitim Yönetimi Doktora Öğrencisi, (ermat83@gmail.com)


Yorumlar - Yorum Yaz